Suriye'de Rusya destekli rejim unsurları bir süredir İdlib'deki statükoyu değiştirmeye yönelik hava saldırılarında bulunmakta ve karada da ilerleme kaydetmekte. İdlib'i ele geçirmek isteyen rejim unsurları en son geçtiğimiz Pazartesi günü de Türk askerlerini hedef aldı ve bu saldırıda 8 şehit verdik. Gözlerin İdlib'e çevrildiği bu gerilimli ve riskli atmosferde Türkiye kamuoyu da bir haftadır yoğun olarak İdlib'de ne olacağını tartışmakta. Bu yazıda bu tartışmalarda öne çıkan öneriler ele alınacak ve Türkiye için bir İdlib stratejisi önerilecektir.
Önce Türkiye için önerilen ve benim yanlış bulduğum stratejileri ele alalım:
Kamuoyunda konuşulan ilk strateji Suriye rejimini (daha doğrusu Rusya'yı) ikna edip taarruz öncesi statükoya dönmek. Mümkün olsa tercih edilebilirdi ama bu strateji artık mümkün görünmüyor. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarabilir ama deliğine geri döndüremez. Rejim deliğinden çıktı ve İdlib'e girdi, şehir merkezine doğru ilerleme kaydetti. Doğal olarak rejim (ve tabii Rusya) son haftalarda sahada elde ettiği kazanımlarını geri bırakmayacaktır. Türkiye'nin ABD'yi karşılığında bir şey almadan çekilmeye zorladığı Barış Pınarı operasyonu bölgesi bir yana bırakılırsa bugüne kadar Suriye'de hiçbir aktör savaşarak kazandığı sahayı böyle terk etmedi.
Konuşulan ikinci stratejiye göre madem Suriye rejimi atağa geçti, bu noktadan sonra kenara çekilip olacakları seyretmek ve kaderine razı olmaktan başka yapacak bir şey yok. Bunun anlamı, İdlib etrafındaki gözlem noktalarımızı boşaltmak ve Heyet-i Tahrirüş-Şam (HTŞ) ile rejim arasındaki muharebenin doğuracağı devasa insani krizi kenardan izlemek oluyor. Bu senaryoda Rusya destekli rejim güçleri Halep'te ne yaptıysa İdlib'de o olur. Hatırlayalım, yüzlerce sivil; Rus ve Suriye rejimi hava bombardımanında öldürülmüş, BM raporlarına göre şehirdeki tarihi yapıların yüzde onundan fazlası tamamen yıkılmış ve yine şehirdeki tüm yapıların yarısından fazlası zarar görmüştü. Sahadan tribüne geçme stratejisi (!) diyebileceğimiz bu yol izlenirse Halep'tekine benzer belki daha ağır bir senaryo İdlib'de yaşanacak. Zira Halep'te rejimle savaşan grupların gidecek bir yeri vardı, pek çoğu İdlib'e gelmişlerdi. Ancak bu sefer durum farklı. İdlib son durak. Burası özellikle HTŞ gibi radikal unsurlar için son kale, son vaha. Türkiye aktif bir strateji benimsemezse çarpışmalar tüm İdlib'e yayılacak ve burada 3 milyonun üzerindeki sivil Türkiye sınırına hareketlenecek. Hala aramızda "Neden Türkiye'ye geliyorlar, belki Şam'a giderler" diyenler varsa bunca bombardımana ve sivil kaybına rağmen sivillerin neden rejim kontrolündeki bölgelere geçmediğini düşünsünler. Buradaki üç buçuk milyon sivil terör örgütlerinden daha çok işkence ve infazlarıyla ünlü Şam hapishanelerinden korkuyor. O yüzden göç dalgası Şam'a, Halep'e değil Türkiye'ye doğru olacaktır. Bu durumda "Yurtta sulh, cihanda sulh" mesajını bağlamı dışında dillendirerek İdlib'den çıkalım, kapımızı penceremizi kapatalım diyenlerin önerisi ne, savaştan kaçıp sınırımıza yaklaşan göçmenleri keskin nişancılarla mı durdurmayı düşünüyorlar? Velhasıl yaklaşmakta olan İdlib krizi bizim sınırlarımızda karşılanamayacak denli büyük bir kriz olacak. Türkiye sahada kalmaya mecbur.
Üçüncü bir öneri ise rejimle anlaşıp HTŞ'yi iki ateş arasına almak. Yani Suriye'deki savaşın başından bugüne on binlerce vatandaşını işkence ve yargısız infazlarla, hava bombardımanlarıyla öldüren, Türk askerlerini de hedef almış rejimle ittifak kurmak. Türkiye bu eli kanlı rejimin piyadeliğini yapmaz zaten ama bir önceki öneri tartışılırken dendiği gibi İdlib'de başlatılacak bir muharebe her halükarda dönüp dolaşıp Türkiye'yi vuracak bir insani kriz ortaya çıkaracaktır.
Dördüncüsü HTŞ'yi çekilmeye ikna etmek. Tabii ilk akla gelen soru, nereye? HTŞ'nin gidecek yeri kalmadı. Rakka'yı kaybeden DEAŞ gibi HTŞ de İdlib'i kaybettikten sonra saha kontrolünü tümden yitirmiş olacak. Gidecek yeri yok. Kaldı ki HTŞ gibi bir terör örgütünü muhatap alıp ikna etmeye çalışmak zaten ilkesel olarak da sorunlu.
Beşinci bir çözüm önerisi HTŞ'yi dönüştürmek veya ayrıştırmak suretiyle zayıflatmak. Türkiye'nin stratejisi buydu zaten. İdlib'de yeterli zamana sahip olunursa bu sonucun gerçekleşeceği umuluyordu. Ancak Astana süreciyle bugüne kadar çatışmaların kısmen dondurulduğu İdlib'de HTŞ zayıflamak bir yana güç kazandı. Rejim dönem dönem İdlib'e saldırılarda bulunurken HTŞ de İdlib'deki Türkiye'ye yakın muhalif grupları yıldırıp saha kazanmakla meşguldü. Kaldı ki zaten ok yaydan çıktı artık, Rusya'nın sabrı tükendi ve rejim harekete geçti. HTŞ'yi zayıflatacak bir senaryo mümkünse bile artık bunun için zaman yok.
Bir diğer öneri Türkiye'nin Rusya'yı karşısına alma pahasına rejime karşı taarruza geçmesi ve rejim güçlerini İdlib dışına süpürmesi. Oysa Türkiye Suriye'de savaşmak isteyen değil savaşı sonlandırmak isteyen bir aktör. Bugüne kadar da Türkiye Suriye'de terör örgütleri dışındaki aktörlerle savaşmadı. Evet rejim meşruiyetini kendi halkı üzerinde bile sağlayamıyor ama rejimle savaşmak hukuki açıdan da sorunlu, reel politik açıdan da.
Bir başka öneri ise daha geniş açıdan bakıp İdlib'de ABD'yi denkleme dahil etmeyi, bu suretle Rusya'yı dengelemeyi salık veriyor. Ancak başka aktörlerin ne yapıp ne yapmayacağına bağlı kalmak Türkiye için bugüne kadar iyi sonuçlar doğurmadı. Zaten ABD de sahaya müdahil olduğu durumlarda Türkiye'yi rahatlatmak bir yana PYD gibi terör örgütleriyle ittifak kurmayı tercih etti, Ankara'nın ulusal çıkarlarını önemsemedi. ABD'nin İdlib denklemine dahil olması tabii ki süreci büyük ölçüde değiştirecektir ama bu ihtimal varsa dahi bağlı kalınamayacak kadar küçük bir ihtimal.
Peki İdlib'de kimle savaşıp, kimle anlaşacağız?
Öncelikle Türkiye'nin İdlib'de kimseyle savaşma gibi bir planı yok. Sadece İdlib'de değil, Suriye'nin genelinde de Türkiye savaşın noktalanması ve siyasi çözüm arayışlarının hızlandırılmasından yana. Ancak rejim unsurları Türk güvenlik güçlerini hedef alırsa karşılığı misliyle de değil katbekat verilmelidir. ABD'nin son dönemde İran'a karşı, yine İsrail ve Hindistan'ın kendilerinden daha zayıf hasımlarına karşı dönem dönem uyguladığı bu orantısız misilleme stratejisi Türkiye-rejim karşılaşması için de geçerlidir. Suriye'de savaşın başından bugüne kadar on binlerce asker ve milis kaybeden rejimin acı eşiği Türkiye'ye göre daha yüksektir ve bu yüzden caydırıcı olmak adına misillemeler de orantısız olmalıdır. Hem rejimin (asker kaybetme konusundaki) acı eşiğinin yüksek oluşu hem de Türkiye'nin Suriye rejimine karşı askeri üstünlüğü orantısız misillemeyi doğru caydırma stratejisi kılan gerekçelerdir. Nitekim 3 Şubat günü 8 şehit verdiğimiz Serakib'deki saldırıdan sonra böyle bir tepki gösterilerek İdlib'in güneyinde 54 rejim hedefinin vurulduğu ve en az 76 rejim askerinin öldürüldüğü açıklandı.
Gelelim yukarıdaki sorunun ikinci kısmına, kiminle anlaşacağız?
ABD'nin dahil olmadığı bu denklemde İdlib'in geleceğini yine Türkiye-Rusya müzakeresi belirlemelidir. İdlib'in enkaza dönmemesi ve Türkiye'nin göçten teröre kadar yayılan geniş bir yelpazedeki ulusal çıkarlarının korunması için İdlib'de Rusya ile müzakere etmek gerekecektir. Nitekim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da "İdlib'de hedefimiz Rusya değil" açıklamasıyla bu senaryonun makul görüldüğünü göstermiştir. Rusya da bu yolla HTŞ problemini tümden çözebilecek, İdlib'de rejime saha kazanımı elde edebilecek ve bunları yaparken de Türkiye ile çeşitli kulvarlarda elde ettiği stratejik iş birliğini koruyabilecektir.
Rusya destekli rejim unsurları HTŞ ile savaşadursun Türkiye İdlib'deki sivillerin sığınabileceği, muhtemel göç dalgasını Suriye topraklarında karşılayabileceği, sınırına bitişik ve yeterli derinlikte bir güvenli bölge inşa etmek durumundadır. Bölgede hava sahasını kontrol eden Rusya ile müzakere edilerek kurulacak bu güvenli bölgenin sınırlarının HTŞ veya rejim tarafından ihlal edilmesini engellemek Türk ordusunun kapasitesi dahilindedir. Bu unsurları oluşturulacak güvenli bölgeye giriş yapmaktan veya buradaki Türk askerlerini hedef almaktan caydıracak yegane strateji ise yukarıda açıklanan orantısız misilleme stratejisi olacaktır.
[Sabah, 8 Şubat 2020].