Türkiye’nin Suriye politikasının değişip değişmeyeceğine dair yazılar birbiri ardına geliyor. Özellikle yurt dışında Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamaları üzerinden, "değişsin" temennileriyle bezenmiş muhteşem ötesi (!) yazılarda birçok ukala çıkarımlar yapılıyor. Suriye’de işler o kadar karıştı ki sadece Türkiye’nin değil diğer ülkelerin de ne yapmaya çalıştığına dair analizlerde mütevazı davranmak gerekiyor. O kadar garip haberler yayılıyor ki etrafa bu hengâmede; an itibariyle uluslararası toplumun yaptığı, bu garip gelişmelerden heybeye doldurduklarıyla büyük ihtimalle boş çıkacak "analizler" yapmaktan ibaret.
Başbakan’ın Suriye’yle normalleşme açıklamalarını dünyada herkes işine geldiği gibi algıladı. Bu zevat tam büyük laflar ediyorken Başbakan, BBC Hard Talk’ta net bir şekilde şöyle dedi: "Suriye'de muhakkak bir şeyler değişmeli ama her şeyden önce Esed değişmeli. Esed değişmeden Türkiye'de bir şey değişmez. Bu işlerin bu hale gelmesinin ana sebebi Esed'dir." DAİŞ mi Esed mi sorusuna ise: "Bir yanda Esed var bir yanda DAEŞ var. Yani, 'Esed'i mi tercih edelim, DAEŞ'i mi tercih edelim?' diye soruyorsanız ikisini de tercih edemeyiz. İkisinin de gitmesi lazım. Suriyelilerin başının belası" cevabını verdi. BBC röportajı sonrası birkaç gün önce muhteşem (!) çıkarımlarda bulunanlar boşa düşmüş oldu.
Yaygın kafa karışıklığına Kerry’nin en basit tabirle "cahilane" açıklamasını ve Ali Habib dedikodularını da ekleyelim. Kerry’nin, Ahrar’uş-Şam ve Ceyş’ul-İslam’ın DAİŞ ve Al-Nusra’nın alt grupları olduğuna dair absürt ötesi bir açıklama yaptığı söylendi. Daha sonra, Dışişleri Sözcüleri "hayır, bu gruplara dair pozisyonumuz değişmedi" açıklamasıyla Kerry’yi boşa düşürdü. ABD an itibariyle PKK dışında hiçbir aktörü desteklemek istemiyor. PKK ile ortak çalışmayan gruplara (ÖSO da dâhil) fiili olarak terörist muamelesi yapıyor. Her şeye rağmen PKK ile ne kadar yol yürüyebileceği konusunda ise emin değil.
Bu esnada ise Suriye’nin eski Savunma Bakanı Ali Habib’in temaslarda bulunmak üzere Türkiye’ye geldiği iddia edildi. Ali Habib’in, Esed rejiminde kilit pozisyonlarda bulunduktan sonra Esed’le anlaşmazlık yüzünden öldürüldüğü veya ülkeden kaçtığı iddia edilmişti. Lübnan’a oradan da Fransa’ya geçtiği haberleri yayılmıştı. Şimdiki iddia ise Türkiye’nin Ali Habib liderliğinde 10,000 kişilik bir "ulusal ordu" projesini desteklediği yönünde. Rusya, Ürdün ve Mısır da değişik kapasitelerde işin içerisindeymiş. Ali Habib’in bunu yapmaya sağlığının ne kadar müsait olduğu soru işareti. Esed’e rağmen 10,000 kişilik bir ordu kurabilmesi başka bir soru işareti. Rusya’nın bu projeye destek vermesi ise başlı başına bir soru işareti. Ali Habib olayı ABD’ye "bizim de kozlarımız tükenmedi" babından bir mesaj gibi duruyor ve Türkiye de birkaç ülkeyle birlikte bu mesajı gönderenlerden.
Bu hengâmede benim mütevazı bir şekilde anladığım şu: Türkiye, Suriye politikasının özünden vazgeçmiş değil; fakat yeni angajmanlar peşinde ve Esed bu hesaplamalarda yok. Rusya ve Arap ülkeleriyle birlikte sesli düşünmeler artmış. Suriye konusundaki uçurumlar büyük; yine de mevcut durumdan memnun olmamaları ülkelerin en bariz ortak noktası. Rusya, ABD’yi dışarıda bırakacak, Türkiye ve Arap ülkelerini içine alacak bir projeye sıcak bakabilir. ABD ise Rusya’nın pozisyonuna yaklaşsa da başkanlık seçimi belirsizliği sebebiyle Rusya’ya tam olarak güven vermiyor. ABD’nin Suriye’deki tüm oyununu PKK üzerinden kurması en büyük dezavantajı; çünkü sahada hemen hemen herkes ABD güdümlü PKK projesine karşı duruyor. Türkiye bu durumdan en fazla rahatsız olan ülkelerin başında geliyor. Asgari müşterekler üzerinden devam eden çok sesli bir diyalog, kısmen kakofoni var. Bu çok seslilik bazı aktörleri bir araya getirirken diğerlerini dışlayabilir. Suriye’nin geleceğini 180 derece politika değişikliklerinden ziyade yeni angajmanlar belirleyecek gibi görünüyor.
[Akşam, 15 Temmuz 2016].