Bütün gettolarına rağmen yaşadığımız dünya, karşılıklı bağımlı olduğumuz bir yer. Küresel ağlarla örülü risk toplumunda en çok da sorunlar akışkan. Üretilen refahtan ve değerlerden ziyade yoksulluk, krizler ve terör daha kolay transfer edilebiliyor.
Bu hafta terör, salı günü Sultanahmet'te canlı bomba olarak ve çarşamba günü de 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliam formunda Paris'teydi. Mizah dergisi Charlie Hebdo'ya yapılan terör saldırısı kamera kayıtlarından anlaşıldığı üzere profesyonel saldırganlar tarafından gerçekleştirildi.
İlk bilgilere göre, teröristler IŞİD ile bağlantılı Müslüman kökenli Fransız vatandaşı üç kişi. IŞİD saflarına katılan Avrupalı savaşçıların kendi ülkelerine dönerek saldırılar düzenlemesinden korkuluyordu.
Ne yazık ki bu korku gerçek oldu. Saldırganlar Charlie Hebdo dergisinin 2006'dan itibaren Hz. Muhammed hakkında yayımladığı karikatürlerle Fransa Müslüman toplumundan tepki çekmiş olmasını hedef aldılar.
"Fransa'nın 11 Eylül'ü" olarak nitelenen bu terör saldırısı tüm dünyada güçlü şekilde kınandı. Teröre karşı yapılan açıklamalar sevindirici.
Hollande ve Erdoğan'ın konuşmaları terörü lanetleyen ortak bir tavrın sorumluluğunu yansıtıyor.
Ancak yine de realist olmak durumundayız.
Bu menfur olayın değerlendirmesinin kısa bir süre içinde "Batı'nın ortak değerlerine yapılan barbar/ İslamcı bir saldırı" şekline dönüşmesi muhtemeldir. 11 Eylül sonrasında ABD'de görüldüğü gibi, medeniyetler çatışması tezinin beslediği "düşman içimizde" kıvamına ulaşması da pek olası.
Avrupa'da yükselen radikal sağ dalganın merkezi siyaseti etkilemeye başlaması sebebiyle ortam buna bir hayli hazır. PEGİDA örneğinde olduğu üzere yabancı düşmanlığı zaten tüm Avrupa'da İslam ve Müslüman karşıtlığına dönüşme potansiyeli taşıyor.
Paris katliamını kınamak daha olumlu bir gündeme, bu terörü ortaya çıkaran sebeplerin izale edilmesine odaklanmalı. Öncelikle şunu belirtmeliyim: Ortadoğu'daki toplumlar iç savaş, radikalleşme ve tekfirci/ mezhepçi dini yorumların sarmalında derin bir krizi yaşıyor.
Bu krizin Müslümanlar açısından katılım, çoğulculuk, bir arada yaşama ve özgürlükler bağlamında bir hesaplaşmayı icbar ettiği ortada.
Ayrıca, Müslümanların temsili noktasında radikal örgütlerin öne çıkması ve bunun Batı'da karşılık bulması, yaşanan olgunun en sorunlu boyutu belki de... Ancak çatışmanın bu kadar yoğun olduğu bir dönemde ne kadar verimli bir hesaplaşmanın yapılabileceği de ortada...
"Ilımlı Müslümanların sesi daha çok çıksın" demek de bu yaraya merhem olmuyor...
Son on yılda Ortadoğu'da işgaller ve savaşlar yüzünden yüzbinlerin hayatını, milyonların evlerini kaybettiğini hatırlayalım.
Müslümanların bu derin krizinde ABD'nin ve Avrupalı güçlerin sorumluluğunu anmak da meseleyi etraflıca anlamak için gerekli. Bütün insanlık birbirine karşı sorumlu... Ancak Batı ve Avrupa bütün insanlığa karşı daha da sorumlu...
İçinde olduğumuz uluslararası sistem hâlâ Batı merkezli... Sorunların çözümünde elini taşın altına koymak durumunda olan Avrupa da kendi içine kapanabilecek bir kale değil.
Ortadoğu'nun otoriter rejimlerinin baskısı da iç savaşlarının seyri de radikal örgütlerin ve savaşçıların kaderi kadar Avrupa'yı ilgilendirmektedir.
Müslüman dünyanın sorunları, 15 milyonu aşkın Müslüman nüfusu barındıran Avrupa'nın da, m