Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası sona erdi. Kampanyanın genel veya yerel seçimlerden daha coşkulu ve çekişmeli geçmesini sağlayacak pek çok gerekçe mevcuttu. YSK’nın seçim takvimi, kısa zaman içinde yoğun bir kampanya yapmayı gerektiriyordu.
Cumhuriyet tarihinde ilk defa Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilecek olması seçimlere önemli bir sembolizm yüklüyordu. Erdoğan’ın aday olması ve seçildiğinde güçlü bir Cumhurbaşkanı olacağını vurgulaması, son yıllarda siyasetin ana ekseni haline gelen Erdoğan karşıtlığını kemikleştirmeye uygun bir zemin sunuyordu. 30 Mart seçimlerinde, CHP ve MHP’nin oy toplamı AK Parti’nin oy toplamına yetişmişti ve bu da Cumhurbaşkanlığı seçimlerine asılmayı kolaylaştırıyordu.
Ancak öyle olmadı, Cumhurbaşkanlığı seçimleri coşkulu ve çekişmeli geçmedi. İhsanoğlu ve onu destekleyen CHP ve MHP liderleri miting yapmazken, Demirtaş az sayıdaki mitinglerini genel seçimlerle kıyaslanmayacak küçük topluluklarla yaptı. Genel seçimleri andırır bir seçim kampanyası yürüten tek aday, 30’u aşkın miting yapan Erdoğan oldu. Erdoğan açık avantajına rağmen, kampanyayı ciddiye alan, kampanyaya asılan, adayların ihmal ettiği meydanları kullanan bir performans ortaya koydu. Erdoğan dışındaki adayların ve onları destekleyen partilerin, salon toplantılarına ve medya mülakatlarına ağırlık veren kampanya formatı, “meydan siyasetinin sonu” analizlerine davetiye çıkaracak bir durum doğurdu. Genel ve yerel seçimlerden daha yüksek bir sembolizme sahip olan Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının sönük geçmesinin nedenleri üzerinde durmaya değer.
Seçim kampanyasının sönük geçmesini sağlayan ilk etken, hem muhalefette hem de AK Parti’de “sonucu belli seçim” algısının erken oluşması oldu. Bu algıyı büyük oranda, 30 Mart seçim sonuçları doğurdu. Muhalefet partileri, 30 Mart seçimlerini yerel seçim bağlamından çıkararak Erdoğan’a yönelik bir güven oylamasına dönüştürmüş, bu da seçimleri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turuna çevirmişti. Erdoğan’ı
Cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçirmeye indirgenen yerel seçimlerin AK Parti’nin zaferiyle sonuçlanması, Erdoğan’ın aday olduğunda seçimi kazanacağına dair yaygın bir algıya yol açtı.
Bu erken yenilgi psikolojisi, muhalefetin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin yanlış tercihleriyle daha da derinleşti. Muhalefet, 30 Mart yenilgisinden ders alıp, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tetikleyeceği radikal siyasal gelişmeleri gözeten bir siyasi hamleyle yola çıktığı takdirde, bu erken algıyı tersyüz edebilir, seçmenini seçimlerin kazanılabileceğine ikna edebilirdi. Ancak muhalefet, 30 Mart’ta sığındığı koalisyonun mühendislik yeteneklerine itimat etmeyi, siyaset üretmek yerine seçmeninin Erdoğan karşıtı duygularına yatırım yapmayı tercih etti.
Muhalefet partileri, müstakil güçlü adaylarla seçime katılsalar, taraftarlık duygularını köpürterek siyasetsizlik açıklarını kapatabilir ve seçmenlerini motive edebilirlerdi. Bunun yerine seçmenlerini heyecanlandırmayacak, tanınmayan, her iki parti seçmeninin de özdeşlik kuramadığı bir ortak adayla seçimlere katılmakta karar kıldılar. Seçmenin siyasal beklentilerine tatmin edici cevaplar üretmeyen, siyasal iddialarını sahiplenmeyen ortak aday, muhalefet partilerinin yönetici kadrosunda da, teşkilatlarında da, tabanında da ciddi hoşnutsuzluklara yol açtı.
Bu erken hoşnutsuzluğu da güçlü bir kampanya ve etkili bir performansla giderme imkânı mevcuttu. Kampanyanın ilk evrelerinde, muhalefet seçmeninden Erdoğan karşıtlarına pek çok çevre, İhsanoğlu’nu gönül rahatlığıyla desteklemelerine yol açacak bir gerekçe bekleyip durdular. Ancak ne İhsanoğlu ne de muhalefet liderleri bu gerekçeyi sağlayamadı. İhsanoğlu, CHP’ye yakınlaşmaya çalışırken MHP seçmenini, MHP seçmenine yakınlaşmaya çalışırken CHP seçmenini uzaklaştırdı. Özgünlüğünü ortaya koymaya çalıştığı zamanlardaysa her iki parti seçmenini de küstürdü. Kampanya ilerleyip İhsanoğlu’nun performans sınırları netleştikçe, seçmenin hoşnutsuzluğu parti teşkilatlarına ve genel merkezlere de sirayet etti. Böylece, kimlik siyaseti ve Erdoğan karşıtlığı, muhalefetin siyaset üretmemesine, seçmenin beklenti ve taleplerine uygun bir aday, söylem ve organizasyon ortaya koyma sorumluluğundan kaçmasına mazeret teşkil etti.
Cumhurbaşkanlığı sonucu, bu durumun sürdürülebilir olup olmadığını gösterecek.
Muhalefet seçim sonuçlarına baktığında, ya seçmenini motive etmek için siyaset üretmek gerektiğini fark edecek veya Erdoğan karşıtlığının sonuç üreten bir dinamik olduğunu görecek.