Tarihçiler, güncel siyaseti yorumlayanlara müstehzi gözlerle bakarlar. Bu tarihçi istihzası, "önemli siyasi olaylar, üzerinden en az otuz ya da elli yıl geçmeden gerçekten anlaşılamaz ve anlamlandırılamaz" şeklinde bir değerlendirmeye dayanıyor.
Bütün bilimler sadeleştirilse geriye tarih kalırdı kuşkusuz. Bu yüzden tarihçilere meydan okumadan günümüz siyasetine yorum yapan mütevazı bir konumdan kritik bir hususun altını çizmek isterim. Yakın tarihimiz yazılırken son üç seçimlik maratonun Türkiye'nin dönüşümündeki "en sancılı ve zor dönem" olduğunu tespitinin yapılacağını söyleyebilirim. Zorluk seçimlerin sonuçlarında değil elbette. 2014 yerel seçimlerinde ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AK Parti'nin ipi göğüsleyeceği sandıklar açılmadan hepimizin malumuydu. AK Parti'nin her seçimden başarıyla çıkmasına ve bir tür hâkim parti sistemine geçiş yapmamıza rağmen yaşanan siyasal kutuplaşma hız kesmedi.
Aksine üç seçim maratonunun sonuncusu olan 7 Haziran seçimlerinin de sert söylemler eşliğinde gerçekleşeceği görülüyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun "direnme hakkından" ve "yeni bir ulusal kurtuluş savaşı başlatmak"tan bahsetmesi sadece sandıktan istediği sonucu alamayan bir siyasetçinin "sokakla tehdit etmesi" anlamına gelmiyor. Bu tehdit karşısında Kılıçdaroğlu'nu "provokatör" olmakla eleştiren Başbakan Davutoğlu da yeni misakı milli ruhundan ve partisi karşısındaki dörtlü cephenin (3 muhalefet partisi ve paralel yapı) ihanetinden söz ediyor.
Muhalefet ve iktidarın temsilcilerinin kullandığı "olağanüstü hal" dili yaşanan siyasal kutuplaşmanın bir tezahürü. Başkanlık sistemi ve yeni anayasa tartışması ile renklenen bu seçimlerin propaganda dilinin misakı milli ve kurtuluş savaşı gibi nirengi kavramlarla bezenmesi hiç de yeni değil. AK Parti döneminde bile 2007 seçimlerinden itibaren "önümüzdeki seçimin ne kadar kritik ve hayati" olduğunu konuşuyoruz. 2015 seçimleri de siyasal sistemin dönüşümü ve başkanlık sistemine geçiş teklifi etrafında "kritik" addediliyor.
Kritik ve zor zamanlardan geçtiğimiz el hak doğrudur. Son 8 yılda yaşananlara bakıldığında gerçekten de Türkiye bir dizi kriz ve onlara eşlik eden dönüşüm süreçlerinden geçiyor. Gezi protestolarından 17 Aralık darbe girişimine ve Kobani eylemlerine kadar iki yılda yaşadıklarımız modern demokrasilerin kolaylıkla taşıyamayacağı krizlerdir.
Bu krizlerin siyasal ve ekonomik istikrar döneminde gerçekleşmesi bir mutluluk vesilesi. Bütün bunlarla birlikte, benim dikkat çekmek istediğim husus ise "siyasal kutuplaşmanın" ve "olağanüstü dönem" dilinin sıradanlaştığıdır. Siyasetin kullandığı "kritik" seferberlik söyleminin yeni seçmenleri kazanamadığı, aksine mevcut pozisyonları negatif şekilde tahkim ettiğidir. Bir sonraki safha sıradanlaşma ve etkisizleşme olacaktır. Sıradanlaşan kutuplaşma sebebiyle "otoriterlik", "tek adamlık" ve "diktatörlük" gibi büyük iddiaların içi boşalmakta ve bunlar artık hiçbir şey söylemeyen kelimelere dönüşmektedir.
"Diktatörlük" ya da "ihanet"le suçlamak ya da suçlanmak sıradan eleştiri formuna döndüğünde buharlaşmıştır. Seçmen kulağında bildik ve içi boş sloganlar haline gelen bu eleştirilerin sıradanlıktan çıkma çabası sokağa çağrı formunu kazanmaktadır. İşte bu "sıradanlaşan kutuplaşma" ve etkisizleşen "olağanüstü dönem" dili yüzünden 2015 seçimlerinin en zor seçimler olduğunu düşünüyorum.
Türkiye bu seçimlerle yeni bir inşanın ve toplumsal sözleşmenin imkânını üretmek zorunda. AK Parti yeni Türkiye'yi kurma hamlesini neticelendirmek ve ülkeyi geçiş dönemi türbülanslarından çıkarmak durumunda. Aksi takdirde, siyasetimizi sıradanlaşan kutuplaşmanın çürütücü etkilerine terk edeceğiz.
[Sabah, 10 Şubat 2015]