Seçim sistemi ile ilgili “köklü değişiklikler” yapılacaksa bile 2019 seçimlerinden sonraya bırakılmalıdır.
Türkiye 16 Nisan’da hükûmet sistemini değiştirmiştir. Bu zaten köklü bir değişikliktir. Aynı anda sistemle ilgili birden çok önemli değişikliğin yapılması, siyasette ve yönetimde sonucu öngörülemez riskler ortaya çıkarabilir. Yeni hükûmet sisteminin yerleşmesi sürecinde doğum kusurlarına yol açabilir.
Seçmenler, 2019’da ilk defa cumhurbaşkanlığı ile milletvekili seçimlerini aynı anda yapacaktır.
Seçmen davranışının, özellikle milletvekili seçimleri ile ilgili, nasıl şekilleneceğine yönelik şimdiden kestirilemeyen bazı hususlar bulunmaktadır.
Dolayısıyla, 2019 seçimlerinin Türkiye siyasetinde ne tür bir sonucu ortaya çıkaracağını önce bir görmek gerekmektedir.
Yani seçmenin yeni sistemi “hazmetme kapasitesi” ve siyasi partilerin “uyum kabiliyeti” göz önünde bulundurulmalıdır. Bu açıdan, geçiş sürecinde her alanda yeni değişikliklere gidilmemelidir.
***
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçildiğinde seçim barajının devam etmesinin anlamsızlaştığına yönelik kamuoyunun bir kısmında yanlış bir kanaat var. Bu çevreler, cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde güvenoyu zorunluluğunun bulunmamasını ve cumhurbaşkanının 5 yıl görevde kalacak olmasını siyasi istikrar açısından yeterli görüyorlar.
Bu anlamda Cumhurbaşkanının partisinin Meclis’te azınlığa düşmesi sorun olarak görülmüyor.
Ama bu eksik bir bakış açısıdır.
Özellikle “cumhurbaşkanlığı sistemi geçiş dönemi” göz önünde bulundurulduğunda, Cumhurbaşkanının yasama desteğine sahip olması önemlidir. Her ne kadar 2019 seçimlerine kadar cumhurbaşkanlığı uyum yasaları çıkarılacak olsa da, seçimlerin ardından hâlâ geçiş sürecinde sistemin yerleşmesi için yeni düzenlemelere de ihtiyaç vardır.
2019’da seçilen cumhurbaşkanı, Meclis’te yeterli yasama desteğine ulaşmaz ise, birçok düzenlemeyi “cumhurbaşkanlığı kararnamesi” ile yapmayı deneyecektir. Bu da geçiş döneminin kurucu ilkelerinin ve dinamiklerinin “kusurlu” olduğuna dair tartışmaları beraberinde getirecektir.
***
Sadece parlamenter sistemlerde değil, başkanlı siyasal sistemlerde de parlamentonun küçük ve parçalanmış partilerden oluşması, sistemin demokratik işleyişini olumsuz etkilemektedir. Parçalı ve küçük partilerden oluşan Meclis’in uzlaşmayı zorunlu kılacağı ve dolayısıyla da bu durumun demokrasinin kalitesini yükselteceği argümanı bir yanılsamadan ibarettir.
Türkiye’de siyasal kültür kurumsallaşamadığı için, Meclis’te yasa yapmak için yeterli çoğunluğa sahip bir parti bulunmadığı durumda, demokrasiyi geliştirici müzakere ortamından daha çok, milletvekili transferlerine sahne olan, kişisel çıkarların öncelendiği bir siyasal alanın oluşma riski vardır.
Böyle bir durumda sonu gelmez tartışmalar Meclis’i yıpratır. Unutulmamalıdır ki, Latin Amerika başkanlık sistemlerinde yönetim krizlerinin birçoğu, parçalı siyasal parti sisteminin Meclis’e yansıması ile ilgilidir.
***
Temsilde adalet, Meclis’e irili ufaklı birçok farklı partinin girmesi anlamına gelmez. Oyların tümüne yakınını alan partilerin Meclis’e girmesi durumunda da temsilde adalet sağlanır. Örneğin, 1 Kasım seçimlerinde dört parti barajı geçmesine rağmen, seçmenlerin tercihinin yüzde 97,5’i Meclis’te temsil edilmiştir.
Temsilde adalet seçim sisteminden daha çok siyasal kültür içerisinde parti sisteminin nasıl oluştuğu ile doğrudan ilgilidir. Ama parti sisteminin oluşmasında seçim sisteminin etkisi göz ardı edilemez. Eğer seçim sistemi siyasal alanın parçalanmasını kolaylaştırıcı bir etki yaparsa, baraj yüzde 5 olsa bile, birçok parti parlamento dışında kalabilmektedir.
Sonuç olarak, seçim sistemini değiştirmeye yönelik tartışmalarda meseleye daha geniş açılardan bakmak gerekmektedir.
1946 sonrası çok partili hayata geçilmesinden bu yana genel seçimler için sekiz farklı seçim sistemi uygulanmıştır. Bunların olumlu ve olumsuz sonuçları göz önünde bulundurularak tartışma yürütülmelidir.
[Türkiye, 11 Kasım 2017]