Yılların Şark Ekspresi, İstanbul-Paris seferlerinde bu denli acı ve zulmü daha önce hiç yüklenmemişti. Sene 1924, aylardan Mart'tı. 2. Abdülhamid yadigârı Sirkeci Garı, 3 Mart günü kabul edilen kanun gereği, Osmanlı Hanedanı'nın alelacele sınır dışı edilmesine, mahcup bir halde sahne oluyordu. Kanun çıkar çıkmaz hiç vakit kaybetmeden tamamı birkaç hafta içinde kovulan Hanedan'a, bir yandan da ata topraklarından zinhar transit dahi yapmamaları tembih ediliyordu. Sürgün edilenlerin çoğu çocuk, önemli bölümü de kadındı.
Şark Ekspresi bu tarihi utancı taşırken, o kadınların çocuklarıyla yaban ellerde ne çileler çekeceği, uzun yıllar kimsenin umurunda olmayacaktı. Ta ki, 26 yıl sonra iktidara gelecek vicdanlı bir ismin aklına düşmelerine kadar… Adnan Menderes'in, onları aratıp buldurmasına kadar...
PARİS'TE BULAŞIKÇILIK
1950 yılının Mayıs ayındaki seçimler, Türk halkına, 27 yıllık tek parti zincirini kırarak %55 üzeri oyla Demokrat Parti'yi başa getirmek için paha biçilmez bir fırsat sunmuştu.
Büyük ümitlerle iktidara getirilen Demokrat Parti, Adnan Menderes liderliğindeki vatanperver coşkusuyla, bu toprakların hak ettiği güce kavuşması için yaptığı ekonomik ve sosyal hamlelerle dikkat çekmekle kalmıyor, uluslararası arenada da görülmemiş bir hareketliliğe imza atıyordu. Zira Menderes, Türkiye'nin dünyayla sıkı bir işbirliği içinde olması vizyonuna sahipti. Ancak, bir yandan da savaş sonrası zorlu ortamda dengeleri gözetmek kaçınılmazdı. Bu bağlamda, Sovyet tehdidinin de verdiği endişeyle Türkiye, talep ettiği NATO üyeliğine 1952 yılında kabul edilerek yeni bir döneme girmişti.
O günlerde bir NATO toplantısı için Paris'e giden Menderes, Osmanoğulları'nı bulmayı da kafasına koymuştu. Büyükelçi'ye acil hükmünde bir talimat veren Başbakan, hanedanın Paris'teki üyelerinin yerlerinin tespit edilmesini istedi. Menderes'in talebi çok kısa sürede sonuçlandı ancak gelen haber ecdadın kemiklerini sızlatacak cinstendi. Abdülhamid Han'ın eşi ve kızı başta olmak üzere, sürgün edilen kadınlardan bir kısmı Paris yakınlarında bulaşıkçılık yaparak zor şartlar altında yaşamaktaydı. Bunu esefle haber alan Menderes, Osmanlı kadınlarının ayağına koştu. Gelenin Türkiye Başbakanı olduğunu duyduklarında kulaklarına inanamayan sultanlar, ülkesi adına onlardan özür dileyen bu adama, rüya misali bakmaktaydı.
ONLAR GELMEZSE YOKUM
Türkiye'ye döner dönmez Başbakan'ın ilk işi, Bayar'ın yanına gitmek oldu. Bayar'a, Osmanlı hanımlarını ülkeye getirmek için af çıkarmak gerektiğini anlatan Menderes, “malum gazetelerin tahrikiyle ihtilal çıkarılır" diyen Cumhurbaşkanı tarafından reddedildi. Bunun üzerine Menderes, hemen orada istifasını sundu.
Bayar, Başbakanının göreve gelir gelmez ezanın orijinal diline döndürülmesini talep ettiği benzer olayı hatırladı. “Biraz bekleyelim" cevabını sevmeyen Menderes, o zaman da rest çekmişti. Bunun üzerine hemen gönlü alınmış ve teklifi hayata geçirilmişti. Bu kez de öyle oldu. Bayar, hanedan üyelerinden hanımların geri getirilmesine ilişkin taahhüdü verince, Menderes de istifasını geri aldı ve sürgündeki kadınlar çok geçmeden yurda dönmeye başladı. Başbakan, anavatanlarında rahat etmeleri için de, sonrasında kendileriyle maddi manevi ilgilendi.
Velhasıl vefa ve merhamete, 28 yıl sonra bir Başbakan'ın küçük direktifi ve büyük cesaretiyle çok kısa sürede ulaşılabilmişti. Geride nice hayatlar kalsa da, yeniden kazanılanlar bir teselli olmuştu.
DIŞ POLİTİKA VE EKONOMİ AÇILIMLARI
O yıllarda Menderes, NATO ile hızlandırdığı dış politika açılımıyla Batı'ya yaklaşan bir Türkiye çizerken, diğer yandan da Ortadoğu'yla yakınlaşarak bölgesel bütünlük kurma çabasındaydı. Bu bağlamda Irak'la yakınlaşan Türkiye; Pakistan, İran ve İngiltere'yi de kapsayan Bağdat Paktı'nın kurulmasında aktif rol aldı. Menderes'in gönlünde, küçük çapta da olsa Osmanlı gücünü ihya etmek yatarken, Irak petrollerinden pay almak da vardı.
Bununla birlikte Bağdat Paktı, Doğu'nun Batı'ya temas etmesini sağladığından, Mısır başta olmak üzere çoğu Arap devletince olumsuz algılandı ve tepki gördü. 1955'te başlayan mücadele, artı ve eksileriyle devam ederken, Paktın mimarlarından Irak Başbakanı Nuri Said 1958'de Krallığa yapılan darbede öldürüldü. Bu dönemden sonra da, beklendiği üzere Irak, ismini taşıyan birlikte yer almaz oldu.
Irak'a yapılan darbe sonucu Doğu'daki işler bu şekilde aksarken, Menderes diğer yandan Kıbrıs meselesinde yol kat ediyordu. 1959 yılında, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasındaki görüşmeleri nihayetlendirecek anlaşma için Londra'ya giderken ise, malum uçak kazası yaşandı. Bugün halen bir soru işareti olan ölümcül kazadan sağ çıkan Menderes, Kıbrıs anlaşmasına imza atarken, o yılın ilerleyen aylarında da Avrupa Ekonomik Topluluğu'na ortaklık başvurusunda bulundu.
Nitekim Menderes, büyük ölçüde tarımla büyüyen ekonominin gerek hızlanması gerekse sanayileşmesi amacıyla, dışa açılmaya önem veriyordu. Bu yıllarda ekonomide sanayinin daha çok yer alması gerektiğini kafasına koyan Başbakan, kaynak sıkıntısı nedeniyle ABD'den yardım istedi. Sanayi altyapısı için talep edilen destek ABD tarafından reddedilirken, Türkiye'nin tarım ülkesi olarak kalmasının yeğlendiği hatırlatıldı. Bunun üzerine Menderes'in, krediyi alabilmek için 1960 yılının Nisan ayında rotayı, Batı'nın sevmediği bir yöne, Moskova'ya çevireceği anlaşıldı.
ZAMAN DURDU
Moskova söyleminin üzerinden henüz bir ay kadar geçmişti ki; 27 Mayıs günü sabaha karşı radyolarda Alparslan Türkeş'in sesiyle çınlayan askeri darbeyle Türkiye için zaman durdu. CHP'nin gerek işbirliğiyle gerekse coşkuyla katıldığı ihtilalin ağır faturası ise, bu topraklarda kapkara bir leke olarak kaldı.
27 Mayıs darbesi, hem iç hem de dış güçlerin üstlendiği paylarla, Türkiye'mize indirilen acı darbelerin ilkiydi. Ayağa kalkmaya çalışan bir millete, ecdadından çocuğuna kendisini kollayan Başbakanını katlederek gözdağı verilirken, ülkenin de yolu kesildi. En kötüsü ise, vatana daha kaç kez indirilecek darbeler için sağlam bir zemin yaratılmış oldu.
GÜNDE 5 KEZ ANILMAK
Yarın 27 Mayıs. Tarihimize indirilen bir darbeyi daha lanetle anma zamanı. Darağacında şehit bir Başbakan resmiyle canımızı acıtsa da, geçmişi hatırlamak zamanı…
Tabii şunu da eklemezsek olmaz: Bu millet, Menderes'i sadece 27 Mayıslarda hatırlamıyor. Minarelerden yükselen o çağrıyla, her gün, hem de beş vakit rahmetle anılıyor Menderes. Kimselere kolay kolay nasip olmayacak bir sıklıkta… Ancak vicdan ve merhamet sahiplerinin hak ettiği üzere...
Yıllar sonra bugün de, Mısır'da benzer bir sahneyle karşı karşıya olmak ise insanın canını yakıyor. Hatasız ne bir insan ne de bir yönetimin var olduğu yeryüzünde, her şeyin ötesinde insanı insan dahi saymayan bu vicdan ve merhamet yokluğunu, akıl almıyor, dil hakkıyla anlatamıyor.
Şairin, Menderes ağıtında ifade ettiği gibi;
Bilemem, susarak ölmek mi hüner?
Lisan çıldırıyor, dil nasıl döner?
[Yeni Şafak, 26 Mayıs 2014]