Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son günlerde AK Parti İl Kongrelerinde ısrarla "ekonomi, hukuk ve demokraside yepyeni bir seferberlik başlatıyoruz" cümlesini kullanması kamuoyunu harekete geçirdi. "Yeni dönemin" ve "reformun" ölçeği, mahiyeti ve kalıcılığı merak ediliyor.
Şimdilik yabancı yatırımcı çekilmesi için hukuka olan güveni artıracak paketler söz konusu.
Temel hakların korunmasından mülkiyet hakkının geliştirilmesine kadar uzanan İnsan Hakları Eylem Planı zaten hazırlanmıştı, uygulamaya geçecek.
Erdoğan'ın "seferberliğinin" nerelere ulaşacağını, "yeni bir paradigmaya" dönüp dönmeyeceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Kuşkusuz, reformun ölçeğini merak etmek ile niyetini sorgulamak arasındaki ciddi bir fark var. Muhalefet, reform seferberliğini "göstermelik önlemler" olarak nitelemekte gecikmedi.
Temel argüman, Cumhurbaşkanlığı sisteminde ve Erdoğan ile reform yapılamayacağı.
"Kozmetik olacağı", "otoriter yönetimine kılıf aradığı" vs vs.
Cumartesi günkü yazımda Erdoğan'ın "yenilenme kapasitesine" ve reform ile mücadeleyi sentezleyen dinamik siyasetine vurgu yapmıştım.
Sosyal medya üzerinden aldığım tepkilerden "reform seferberliğinden" en fazla DEVA ve Gelecek Partililer'in rahatsız olduğunu gözlemledim. Tepkilerinden Erdoğan'ı ailesi üzerinden eleştiren bu yeni partilerin ekonomi yönetiminde yapılan değişiklikler sonucu "siyaset zeminlerinin kayması" korkusu taşıdıklarını gördüm.
AK Parti'den bekledikleri oyu alamayacakları gibi, mevcut hallerini de koruyamama endişesinde olduklarını hissettim.
DEVA Genel Başkanı Babacan'ın bu endişelerle tonunu yükselttiği eleştirisini daha da sertleştireceğini tahmin ediyorum.
Daha önce de birçok yazımda AK Parti'nin gerek dönemin ihtiyaçlarını gerekse uyguladığı politikaların olumsuz sonuçlarını göz önüne alarak dönüştüğünü anlattım. Değişim/reform ile mücadeleyi/direnmeyi bir arada yürüten bir siyaset izlediğini söyledim.
Özellikle 2013'ten günümüze yaşanan bölgesel ve küresel türbülansa cevap vermek için güvenlik politikalarının öne geçtiğini de biliyoruz.
Bu dönemdeki DEAŞ, FETÖ ve PKK terörü ile nasıl mücadele edilebilirdi?
Suriye operasyonları ve dış politikadaki askeri aktivizm nasıl sağlanabilirdi?
Dış politikadaki türbülans bir kenara, sadece terörle mücadelenin (FETÖ, PKK ve 15 Temmuz yargılamalarının) bile maliyetinin olacağı açıktır.
Trump döneminin kaotik boyutunu da bu resme ekleyin.
Türkiye'nin son yedi yılda yaşadıklarını "otoriterleşme" ile açıklayan "liberal" söylem ülkemizin şartlarını ve coğrafyasını anlamaktan uzaktır.
Hakkaniyetli karşılaştırma yapmamaktadır.
Sadece göç dalgası ya da DEAŞ saldırıları ile çatırdayan Avrupa demokrasileri, Türkiye'nin şartlarında olsa ne olurdu?
Bugün hangi tehdide cevaben Fransa ve Avusturya, İslamcılığı terörle özdeşleştiriyor? Müslümanların örgütlenme ve ibadet özgürlüklerini sınırlandırıyor?
İslam karşıtlığı dalgasına teslim oluyor?
Kemalist, katı devletçi ve otoriter bir siyaset asla AK Parti'nin varlık zemini olamaz.
Yine söylüyorum, AK Parti'nin dönüşüm hikayesinin iki düzlemi var, biri olmadan diğeri başarısız olur: Reform ve mücadele.
Bu, meşhur demokrasi ve güvenlik arasındaki dengenin kurulma çabasıdır.
Erdoğan bunun için kimi zaman reforma kimi zaman da güvenlik politikalarına ağırlık veriyor. Reform, mücadelenin istemeden oluşan maliyetlerini tamir etmek demek. Terörle mücadele döneminde oluşan sorunları gidermek demek.
Türkiye siyasetine operasyon yapanların alanını genişletmek değil.
Mesela ekonomideki güvenlik önlemlerini yumuşatmak Türk ekonomisini bir tabak gibi dışarıya açmak demek değil.
Ya da dış politikadaki iddialarından vazgeçmek değil. En son Maraş'ta Kuzey Kıbrıs'ın haklarını koruması ve Azerbaycan'a barış gücü göndermesi gibi.
Erdoğan, demokrasi-ekonomi-dış politika denkleminde yeni bir dengenin peşinde.
"Reform seferberliğinden" rahatsız olanlar mücadele döneminin kaçakları ya da tasfiye edilenleri.
[Sabah, 17 Kasım 2020].