SETA > Yorum |

Ponzi Jeopolitik: Rusya, İran ve Suriye

Asıl soru, İran ve Rusya gibi, devlet geleneği olduğu farz edilen iki devletin nasıl olup da bütün Ortadoğu siyasetlerini Esed’in geleceğine ram etmiş olmalarıdır.

'Jeopolitik’ Suriye kriziyle birlikte yeniden gündemimize oturuverdi. Hatta o denli merkezi bir rol üstlendi ki Suriye’yi konuşurken Suriye tartışmaz olduk. Bugünlerde Suriye konuşurken Suriye konuşanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez bir hal aldı. Yaşanan katliamlar ve on yıllardır hüküm süren Baas diktası jeopolitik karşısında birer detaya dönüşüverdiler. Tam da bu halden dolayı Suriye’de yaşananlar; ahlakla jeopolitik hesaplar, ilkelerle jeostratejik planlar Suriye halkının maliyetine bütün bir bölgenin imtihanı haline gelmiş durumda. Benzer cümleleri Nisan başında Rusya’dan, İran’dan ve bölge ülkelerinden katılımcıların olduğu bir konferansın açılış konuşmasında kullanmıştım. Rusya’dan gelen katılımcı daha sonra yazdığı değerlendirme yazısında “Rusya -olmanın- öneminin” bizlere bu cümleleri kurdurttuğunu düşünmüş.

Rusya’nın Suriye meselesini nasıl ele aldığını gösteren bu yaklaşım üzerine düşünmekte fayda var. Öncelikle, Rusya’nın Suriye krizine yaklaşımında Suriye’de yaşananlar tali bir soruna işaret ediyor. Rusya açısından Suriye meselesinin önemi Suriye’de yaşananlar ya da Arap isyanlarının bölgede oluşturduğu dalga ile birinci dereceden alakalı değil. Rusya, Suriye üzerinden oldukça maliyetsiz bir şekilde, Batı ile bir vekâlet savaşı verdiğini düşünüyor. Rusya, Suriye üzerinden “öneminin” fark edildiğini, dolayısıyla da bütün jeopolitik hesaplarını bu “önemin” daha fazla muhkem hale getirmesi üzerine kurmuş durumda. Bu strateji ve psikolojiyi, Rusya’nın önde gelen düşünce kuruluşunun ve Russia in Global Affairs dergisinin başındaki Fyodor Lukyanov’un satırlarında sarih bir şekilde görmek mümkün:

“Rusya, Suriye’deki yatırımlarını korumaya değil uluslararası ilişkilerdeki statüsünü korumaya çalışmaktadır. Ortadoğu’da (bölgedeki tek yakın ortağı Suriye) zemin kaybetmiş olsa da, üzerinde oluşan güçlü psikolojik ve diplomatik baskıya rağmen Rusya göz ardı edilemeyecek bir güç merkezi olduğunu göstermiş oldu.”

PONZİ YATIRIMLAR!

Bu, Rusya’nın Suriye krizini 2012’den ziyade 1970’lerden veya 1980’lerden okuduğunu göstermektedir. II. Dünya Savaşı sonrası şartlarında oluşan Birleşmiş Milletler çarpık düzeninin Rusya’ya sağladığı imkânları istismar etmekten başka bir aracı bulunmayan Rusya’nın “Ortadoğu’da bir güç merkezi” olduğu iddiasına yukarıdaki satırların yazarı da pek ikna olmamış ki şöyle devam ediyor:

“Rusya, Suriye’de şiddet yeniden yükselirse ne yapacağına karar vermelidir. Suriye devletini desteklemek belki mantıki olabilir ama bu desteğin sınırları bulunmaktadır. Rusya, Suriye muhalefeti ve destekçilerinin çok arzuladıkları BM Güvenlik Konseyindeki hayati öneme sahip reyini en yüksek teklifi verecek olana nasıl satacağını iyi düşünmelidir.”

Kabaca, Rusya’nın Suriye’ye dair jeopolitik derinliğini özetleyen bu tutum, ancak bir sonuçla açıklanabilir: Rusya tarihsel bir eş zamanlama krizi içerisinde Suriye meselesine bulaşarak Ortadoğu’dan çekilmektedir. Başka bir deyişle, Rusya’nın Ortadoğu’daki geleceği, bugün üzerine yatırım yaptığı Esed rejiminin geleceğinden daha iyi bir yer değildir. 

Tam da bu noktada devreye Ponzi Şema girmektedir. Ponzi Şema ABD’de 1920’lerde yaşanan bir dolandırıcılık vakıasının ismidir. Charles Ponzi’nin kurduğu saadet zincirine atfen ortaya çıkan Ponzi Şema, neredeyse hemen her finansal krizde hatırlanan bir konudur. Özellikle 2007 son çeyreğiyle beraber baş gösteren ve 2008’de derinleşerek devam eden küresel finans krizi sırasında da teker teker iflas bayrağını çeken finans şirketlerinin ‘subprime yatırımları’ için yoğun bir şekilde kullanılmıştı. ‘Suriye kriziyle ne gibi bir alakası var?’ sorusu hemen akla gelmiştir.

Son finansal krizimizin başat aktörleri de piyasaya ve yatırımlarına dair oldukça emin, bütün muhtemel adımları hesaplamış, kriz senaryolarını çalışmış, diğer (finans-kapital yatırımlardan uzak duran) aktörlerin göremediğini görmüş olduklarını iddia ediyorlardı. Bugün de Rus ve İran jeopolitik yaklaşımları benzer bir tavır sergiliyorlar. Her iki ülkenin Suriye politikalarını savunurken kullandığı en yoğun argümanlar Ponzi Şemasını ve son finansal krizde isminden en fazla bahsettiren Lehman Brothers tarzı finans şirketlerinin rasyonalitelerini hatırlatmaktadır.

Rus ve İran pozisyonunu savunanların en fazla başvurduğu kavram ise jeopolitik. Burada jeopolitikten murat, Suriye krizinde, diğer ülkelerden farklı olarak, hesabı kitabı yapılmış bir siyaset izlendiği ve gerçekçi olunduğu vurgusu. Mezkur Ponzi Jeopolitik yaklaşımın ilk meyvesi olarak Esed’in devrilmemiş olmasını dile getiriyorlar. Bu tam da finans şirketlerinin yatırımlarının batmazdan evvel dillendirdikleri söylemi, bize hatırlatmaktadır. Onlar da yatırımlarının yüzlerce uzmanın rehberliğinde ne kadar rasyonel olduğunu anlatıp durmaktaydılar. Oysa garibanların sırtından elde edilen ve finansal teknikler/türevlerle boyanarak uluslararası tahvillere dönüşen ipotek kredileri balonunun patlaması hazin son değildi. Ezcümle, başta İran olmak üzere Rus jeopolitiğinin Suriye’ye dair derinlikli analiz diye sunduğu düzey yukarıda da dile getirdiğimiz ‘al-sat’ yaklaşımından daha öte değildir. Hal bu iken ‘Esed’e yatırım yapan bir jeopolitik’ yaklaşımın rasyonalitesini ve gelecek vizyonunun en azından sorgulanması gerekmektedir.

RUSYA VE İRAN SURİYE'DEN NE ALIR?

Oldukça ilginç ve trajik bir durumla karşı karşıyayız. Özellikle Suriye kriziyle ilgili aktörlerin ve devletlerin büyük bir kısmı Suriye konuşurken Suriye’den bahsetmiyorlar. Suriye konuşurken Suriye konuşmayanların başında Rusya gelmektedir. Rusya için Suriye’nin iki anlamı bulunmaktadır. Birincisi, Ortadoğu jeopolitiğine Suriye halkının kanı maliyetine müdahil olmaktadır. Lakin Rusya’nın derin bir siyaset olarak ya da iyi planlanmış jeopolitik hamleler olarak gördüğü Suriye siyasetinin temel bir sorunu bulunmaktadır. Rusya, 2012 senesinde devam etmekte olan Suriye krizine 1980 model Soğuk Savaş jeostratejisi ile yaklaşmaktadır. Meseleyi siyah beyaz bir düzeye indirerek, Rusya taraftarı diye etiketlediği rejimin arkasında yaşananlara veya yaşanacaklara bakmaksızın durmaya devam etmektedir.

İkincisi, Rusya, Suriye üzerinden uluslararası sistemi suiistimal ederek küresel aktör rolü oynamaya çalışmaktadır. BM’nin II. Dünya Savaşı düzeninin icat ettiği çarpık hiyerarşi ve veto sistemi içerisinde, yarım asır öncenin şartlarının sağladığı adaletsiz veto gücünü bir silah olarak kullanmaktadır. “Rusyasız iş yaptırmayız” temel yaklaşımına yaslanan bu siyasetin elbette geleceği bulunmamaktadır. Rusya, küresel bir aktör olmanın yolunu, eski dünyanın kendisine sağladığı imkânlar üzerinden aradığı sürece pozitif bir aktöre dönüşmesi mümkün değildir.

Benzer bir şekilde İran da Suriye konuşurken aslında Suriye’den bahsetmemektedir. İran için Suriye’nin dört anlamı bulunmaktadır. İlk olarak, İran için Suriye, devrim sonrası bölgesinde işbirliği yapabildiği tek ülke olmasından dolayı önemli bir partnerdir. İkincisi, Lübnan siyasetine müdahil olma aracıdır. Üçüncüsü mezhepçi siyasetin İran’ı mahkum ettiği bir siyasettir. Son olarak, Suriye, İran’ın tıpkı nükleer meselede olduğu gibi üzerindeki siyasi ambargoyu kırmak için etkili bir silahtır. İran da Rusya gibi pozisyonunu pozitif değil negatif siyaset üstüne kurmuş durumdadır. Hem Rusya hem de İran Suriye’den bahsederken bugün yaşananlardan değil yarın yaşanma ihtimali olan kötü senaryolardan bahsetmekteler. Bugün ölen 10 bin’in üzerinde insanın kanını görmek yerine yarın dökülmesi muhtemel kanlardan ve bölgesel krizden bahsetmekteler.

 Rusya-İran-Suriye ekseni bizlere ABD-Avrupa-İsrail eksenini de hatırlatmaktadır. Malum, ABD-Avrupa-İsrail ekseninde; Amerika İsrail’e sorgusuz sualsiz, fanatizme ulaşan bir destek açıklarken, Avrupa’nın İsrail ile olan ilişkisi ABD’ye göre daha sakin ama son tahlilde desteğinde bir azalma olmayacak şekilde devam etmektedir. Son bir yılda Suriye isyanında geldiğimiz noktada, ABD-Avrupa-İsrail üçgeninin ve kısır döngüsünün Suriye için de kurulmaya başlandığı görülmektedir. Suriye üçgeninde, Baas devleti sürdürdüğü katliamlarla hızla İsrailleşmekte; İran bütün bu katliamlara kendisinin de açıklamakta zorlandığı ama devlet düzeyinde neredeyse çatlağın olmadığı bir fanatik birlik ve dirlik düzeyinde tam desteğini sürdürerek Amerikalaşmakta; Rusya ise Suriye krizini bir araç olarak gördüğünden İran kadar ideolojik bir angajman içerisine girmese de Baas rejiminden desteğini esirgemeyerek Avrupalaşmaktadır.

Rusya ve İran kendi içerisinde oldukça tutarlı olduğunu düşündükleri Suriye pozisyonunu ahlaki ve jeopolitik temellere oturtamamaktalar. Binlerce insanın öldürülmüş olması ahlaki pozisyonlarını; bütün Ortadoğu yeni bir döneme açılırken İran ve Rusya’nın tarihin aksine hareket etmeye çalışmaları jeopolitik hesaplarını anlamsız kılmaktadır. Geldiğimiz noktada, yarın itibariyle, İran ve Rusya’nın -“Suriye konuşurken gerçekten Suriye konuşmaya başlasa bile”- bölgede halklar tarafından Esed rejiminin algısından daha olumlu bir algıya kavuşmaları zor görünmektedir. Bu anlamda asıl soru, İran ve Rusya gibi, devlet geleneği olduğu farz edilen iki devletin nasıl olup da bütün Ortadoğu siyasetlerini  Esed’in geleceğine ram etmiş olmalarıdır. Her iki ülke için asıl soru budur!

Star / Açıkgörüş - (06.05.2012)