Çin’in Vuhan kentinde Şubat 2020’de ortaya çıkan ve oradan dünyaya yayılan yeni tip koronavirüs (Covid-19) sonraki aylarda neredeyse dünyadaki tüm ülkeleri etkisi altına alan küresel bir salgına dönüşmüştür. Ciddi sağlık tehditlerinin yanı sıra alışılagelmiş sosyal yaşamın ve ekonomilerin adeta durmasına sebebiyet veren koronavirüs salgını farklı alanları etkileyen küresel ölçekte bir tehdit olarak kabul görmüştür. Bu sebeple dünyanın birçok ülkesinde koronavirüsle mücadele kapsamında çok boyutlu politikalar ele alınmış ve daha sonraki süreçte normalleşme yönünde adımlar atılmıştır. Ancak normalleşmenin yavaş yavaş gerçekleştirilmesiyle birlikte virüsün çıkış sebebiyle ilgili tartışmalar da daha açık bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır.
Özellikle ABD Başkanı Donald Trump’ın sürecin başından bu yana koronavirüsü “Çin virüsü” (Chinese virus) olarak tanımlaması virüsün yayılmasında kimi suçlu gördüğünün somut bir göstergesi olmuştur. Salgından en çok etkilenen ülkenin ABD olmasının neden olduğu iç politik gerilimlerin ve salgının sonbahardaki başkanlık seçimlerinin hemen öncesinde vuku bulmasının baskısı karşısında Trump’ın Çin’i suçlayarak süreci kötü yöneten lider algısına ket vurmak amacıyla dış etkenleri merkeze alan bir yönteme başvurması dikkat çekmiştir. ABD yönetimi ilk etapta Çin’in virüsü sürecin başında durdurabileceğini ve böylelikle salgının yayılmasını o vakit engellemesi gerektiğini vurgulamış ancak daha sonra daha da ileri giderek virüsün Vuhan’da bulunan bir laboratuvarda üretilerek yayıldığına yönelik açıklamalarda bulunmuştur. Son safhada ise Washington tüm sorumluluğu Pekin yönetimine yükleyerek tazminat konusunu gündeme taşımış ve hatta ABD’nin Missouri eyaleti Çin’e karşı dava açma girişiminde bulunmuştur.
Bu süreçte Avrupa Birliği’nin (AB) ise Batı ittifakının önemli bir aktörü olarak ABD-Çin çekişmesinde4 nasıl bir rol oynayacağı merak konusu olmuştur. Ancak AB’nin şimdiye kadar koronavirürüs..
Çalışmayı incelemek için burayı tıklayın.