Hatip Dicle kararının zamanlaması, tarihsel önemi ve toplumsal yansımaları önümüzdeki dönemde daha iyi görülecektir.
"Kanun, eski Yunan'dan beri büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçüklerin takılıp kaldığı örümcek ağı" Cemil Meriç
12 Haziran seçimlerinin üzerinden 12 gün geçmişken ve daha henüz yemin töreni dahi yapılmamışken yaşanan krizler Türkiye’nin nasıl bir “akıl tutulması” içine girdiğini fazla söze gerek bırakmıyor. Çarşamba’dan bu yana yaşananlar sadece hukukun değil, sistemin ve rejimin iflas ettiğini gösteriyor. Toplumsal aklın, yeni bir anayasa yapılması, Kürt meselesinin çözümü ve ‘yeni bir düzen’ tesis edilmesi hususlarında irade beyanı ortadayken, YSK’nın bu kararı hem yeni anayasanın yapılmasını, hem de Kürt meselesinin çözümünü başka bahara ertelemek anlamı taşıyor.Hadiseyi salt bir hukuk tartışmasına indirgemek siyasal miyopluk yanında, ciddi bir safdillik manasına geliyor. Hatip Dicle kararını kanunlara uygun bulup, “kanunlar böyle, kanunları uygulamayalım mı?” diyenler, başta tüm askeri müdahaleler olmak üzere parti kapatmaları meşrulaştırdıklarının farkında değiller. Burada temel mesele bir kişinin milletvekili olup olmaması değil, kanunların ‘demoklesin kılıcı’ gibi sistemin üzerinde durması ve hukukun siyasallaşmasıdır.
Hadisedeki çelişkileri ve absürtlükleri görmek için derin bir hukuk bilgisine sahip olmaya gerek yok.Sadece olayın gelişim kronolojisi göz önüne alındığında dahi olay kendiliğinden çözülüyor. Ayrıca burada tartışmayı salt bir hukuk tartışması olarak yapmak başka bir garabeti ortaya koyuyor. Türkiye gibi hukukun son derece siyasallaştığı ve sistemin ‘ideolojik aygıtı’ haline dönüştüğü bir memlekette alınan kararları ‘masum’ gö(ste)rmek başka bir anlam taşıyor. Yakında Hatip Dicle olayını ‘kanunlara uygun ve yerinde bulanların’ M.Haberal ve M. Balbay’da geri adım attıklarını ve bu defa farklı hukuki gerekçelerle olayı yanlış bulduklarını hep beraber göreceğiz. Sorun tam da bu sorunlu bakış açısında yatıyor.
Eylülist sistemin yarattığı ‘karakuşi hukuk’ düzenini eleştirmek yerine onun ‘hukuki’ olduğunu savunmak, aslında tüm çelişkiyi ortaya koyuyor. Hadiselere “neden-sonuç” ilişkisi içinde bakma yeteneğini kaybetmiş yargı sisteminin, ülkeyi “partiler mezarlığına” çevirmesine izin verenler bugün daha yemin etmeyen bir meclisi işlevsiz hale getirdiklerini görmüyorlar. Dün DEP’lileri karga tulumba TBMM’den atanlar hangi amaca hizmet ettilerse, bugün Hatip Dicle’nin meclise girmesine izin vermeyenler de aynı amaca hizmet ediyorlar. Hatip Dicle kararının zamanlaması, tarihsel önemi ve toplumsal yansımaları önümüzdeki dönemde daha iyi görülecektir.
‘Yeni düzen’ talebi engellenemez!
YSK’nın Hatip Dicle hakkında verdiği karar aslında Türkiye’nin bir anda nasıl ‘istikrarsızlaştırılabileceğini’ ve Kürt meselesinin ne kadar ‘derin’ bir problem olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Listeler açıklandıktan sonra, önce ilan edip sonra değiştirdiği kararla bir kişinin ölümüne ve ülkenin 5 günlük bir alacakaranlık kuşağına girmesine neden olan YSK, bugün çok daha büyük bir kaos senaryosunun sahneye konmasına zemin hazırlıyor. YSK bilerek veya bilmeyerek ‘Kürtlerin yüzünü Ankara’dan çevirmesine’ ve o insanların devlete ‘güven’lerini kaybetmelerini neden oluyor. Mesele Dicle’nin vekil olup olmaması değil, iyice ‘kırılgan’ hale gelen Kürt meselesinin çözüm koşullarının sabote edilmesidir.
Toplumun ‘yeni düzen’ talebinin gerisinde kalan rejim, kendi durumunu düzeltmek yerine kendisine yönelen talepleri ortadan kaldırmaya yöneliyor. Kürt siyasetini ‘makul davranmamakla’ eleştirenler, son 20 yılda 5 defa partileri kapatılan, çok sayıda mensubu cezaevinde tutulan bu hareketle bir parça duygudaşlık kurmaya çalışsalar olayı daha iyi görecekler. Tamam, Kürt siyasetini eleştirelim, şiddetle arasına mesafe koy(a)mamasını tenkit edelim, ergenlik dönemi aşırılıklarını kınayalım ama bir hakkı da teslim edelim. Bunları söylerken sözkonusu bu kesimlere süre vermeyi ihmal etmeyelim, irrasyonel hukuk pratiklerine son verelim, daha sonra hep beraber hesap soralım. Kürt siyasetine meclisin yolunu kapatanlar, Cizre Lisesindeki gençlere dağın yolunu açtıklarını görmüyorlar mı? Bugüne kadar bu meseleyle ilgili tüm okuduklarınızı bir tarafa bırakın ve bir an için geri yaslanıp düşünün. Bu olayların kime ne faydası var? Hatip Dicle’nin meclisin dışında kalması mı daha çok sorun çıkartır, yoksa mecliste olması mı? BDP’nin 36 vekille değil de sözgelimi 6 vekille parlamentoya gelmesi hangi gerçekliği değiştirecek? Bu arada AK Parti için de küçük bir parantez açmak gerekiyor. AK Parti, bu güne kadar iktidar dilinden uzak durarak iktidarda kalmayı başardığı için rejimin günahlarından arınabildi. Vesayet rejiminin en çok mağdur ettiği hareketlerin başında gelen ve YSK’nın bu hamlesinden en çok zarar görecek olan AK Parti’nin, YSK’yı kollama pozisyonuna itilmeye karşı uyanık durmasında yarar var.