15 Temmuz'un üzerinden bir yıl geçti. Korkunç bir darbe teşebbüsünü atlatmış olan Türkiye'de o tarihten bu zamana köklü değişiklikler gözleniyor.
Bunların en başında 16 Nisan referandumu sonrası geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı sistemi geliyor. Bu yeni duruma uygun olarak tüm devletin yeniden yapılanmasına şahit olacağız. Kurumlar yeni sisteme uyarlanacak.
Bunların başında da güvenlik kurumları, güvenlik kurumlarının başında da ordu geliyor.
15 Temmuz bize çok açık bir şey gösterdi. Darbe ihtimali her yerde ve her zaman var. Birileri Türk ordusunu bu amaç için kullanmaya kalkabilir. Ordunun içine sızabilir. Böyle bir ordu darbeye teşebbüs edebilir. Etkinliğini, işlevini ve kapasitesini yitirebilir. Şimdilerde görüyoruz ki, FETÖcülerin sızdığı ordu gerçek işlevi olan ülkeyi dış düşmanlara karşı savunma görevini yeterli ve etkin biçimde yerine getiremeyecek haldeymiş.
Şimdi Türkiye için bu işlevi yeterli ve etkin biçimde yerine getirecek bir ordu kurma zamanı.
Ordular kolay kolay değişmez. Kültürel değerler ordunun değişmesine engel olabilir. Mesela Osmanlı ordusunda modernleşme sıkıntıları askeri değişim literatüründe buna örnek olarak kullanılır.
Yine Türkiye'de halk arasında Peygamber ocağı ve Mehmetçik'in yuvası olarak bilinen orduya eleştiri yapmak bile kolay iş değildir. Bu tür kültürel değerler değişim ve yenileşmeye engel olabilir.
Değişimi engelleyen bir başka faktör örgütsel çıkarlar ve inançlarla ilgilidir. Her bürokratik kurum gibi ordular da kendi dar örgüt çıkarlarını toplumsal ve ulusal çıkarlara öncelikli görme eğilimindedir.
Kendini savunma refleksine sahip ordular her türlü değişim talebini orduya yöneltilmiş bir saldırı olarak algılayıp sunarlar. Böyle olunca ordular hantallaşır ve zayıflar.
Genelde orduların değimi için siyasal liderlik gerekir. Koalisyon hükümetlerinin olduğu dönemlerde bürokratik kurumlar dönüştürülemez. Aksine ordu ve benzeri kurumlar siyaset üzerinde baskı kurar.
Hatta o zaman emir komuta zinciri halinde darbeler gündeme gelebilir.
28 Şubat ve 12 Eylül bunun en güzel örneklerindendir. Ülke zayıf koalisyonlar tarafından idare edilemeyince ordu siyasetin bıraktığı bu boşluğa akar. Tek parti hükümetlerinde bile güçlü liderlikler olmadığı müddetçe ordu gibi kurumlarda reform ve revizyon çok zor olur. Mesela ordu üzerinde siyasetin etkisinin çok yoğun olduğu bilinen Amerika'da bile siyasetin müdahalesi ancak Rumsfeld ve McNamara gibi isimler tarafından hem de oldukça kısıtlı biçimde gerçekleştirilebilmiştir. Bu iki isim de hala ordu mensuplarınca çok sert eleştiriye
uğramaktadır. Türkiye'de zaten uzun yıllar Savunma Bakanlığı'nın maalesef ikincil konuma itildiğine şahit olmuştuk.
Son beş yıl içerisinde gerçekten Milli Savunma Bakanlığı etkin bir pozisyona sahip olabildi. Bu nedenle o tarihlerde siyasetin orduya müdahalesi oldukça zordu.
Bürokratik örgütlerin tutucu karakteri öyle bir hal alabilir ki, ordular yeni savaş teknolojilerini dahi kabullenemeyecek ve kullanamayacak hale gelebilir. Tarihten bir örnek verecek olursak, kurumsal tutuculuk nedeniyle Fransız ordusu mitralyözü sırf tipi topa benziyor diye topçu sınıfına dâhil etmiştir. Hâlbuki bir çeşit otomatik tüfek olan mitralyöz toplarla beraber uzak mesafelere yerleştirildiğinden kullanışsız hale gelmiştir.
Bu ve benzeri nedenlerle orduların kendilerini gelişmelere ayak uyduracak hale getirmeleri kolay değildir. Özellikle Türkiye'de bunun sıkıntısını hep çektik.
Fakat 15 Temmuz öyle bir bela oldu ki, bu beladan ders çıkarmamak imkânsız.
Her şerde bir hayır vardır sözünü doğrular nitelikte bir durumla karşı karşıyayız. 15 Temmuz ordunun değişime ve reforma olan ihtiyacını tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ispatladı ve meşrulaştırdı. Bu bir fırsattır. Örgütsel ve siyasi önyargıları bir kenara bırakıp gerçekten güçlü bir ordu kurmak için bu fırsatı iyi değerlendirmek lazım. Hem darbe yapamayacak hem de ülkeyi dış tehdide karşı etkin ve yeterli biçimde savunacak bir ordu kurmanın zamanıdır.
[Takvim, 4 Temmuz 2017].