Yükseköğretim mezunlarına önemli ayrıcalıklar sunulduğu için, dünyanın her yerinde yükseköğretime devam edeceklerin ne derece eşitlikçi bir şekilde belirlendiği önemli bir konudur. Bütün sorunlarına rağmen, 1980’li ve 1990’lı yıllar Türkiye’sinde öğrenciler, hangi toplumsal sınıftan ve mahalle okulundan gelirse gelsin, yükseköğretim seçme sisteminde akranlarıyla puan hesaplama formülleri açısından eşit bir şekilde yarıştı. Oysa özellikle 28 Şubat dönemi ve sonrasında eğitime yapılan müdahaleler, Türkiye’de eğitim sisteminin geleneksel işleyiş yapısını bozdu ve üniversiteye girişte eşitsizliği yapısal hale getirdi.
Yapısal Müdahaleler Kemal Gürüz başkanlığındaki Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından 1998’de alınan bir kararla, 1999’dan sonra üniversite girişte, bilgi ağırlıklı bir sınav olan ÖYS kaldırıldı ve bir tür genel yetenek sınavı öne çıkarıldı. Bu karara gerekçe olarak YÖK, yetenek sınavlarının dünyada yaygın olmasını gösterdi. Oysa uygulama ne dünyada yaygındı(r) ne de Türkiye’deki eğitim sisteminin yapısıyla örtüşüyordu. Dolayısıyla öğrencilerin liseye atfettikleri değer müteakip yıllarda azaldı. Dahası öğrenciler yükseköğretime daha az hazırlıklı gelmeye başladı. Bu sorunların görülüp kısmen çözülmesi için yedi yıl geçmesi ve yeni bir YÖK yönetimi (Erdoğan Teziç) gerekti ve 2006’da sınav içeriği yeniden bilgi ağırlıklı hale getirildi.
Yine 1999’da uygulamaya konan ve 2004’te daha da ağırlaştırılan farklı katsayı uygulaması, meslek liselerini cazip olmaktan çıkardı. Ayrıca farklı bir alanda eğitim görmek isteyen genel lise öğrencilerinin de öğrenme özgürlüğüne ciddi bir kısıtlama getirdi. Farklı katsayı uygulamasının kaldırılması yönünde girişimler için ise tam on bir yıl beklenmesi ve bu defa başka bir YÖK yönetiminin (Yusuf Ziya Özcan) gelmesi gerekti. Farklı katsayı uygulamasını kaldırmaya dönük YÖK kararı Danıştay tarafından durdurulduğu için YÖK, eskisine kıyasla daha küçük bir katsayı farkı uygulamasına mecbur kaldı ve bu yönde kararlar aldı.
1999’dan itibaren yürürlüğe giren ve günümüze değin çeşitli değişikliklerle maalesef hâlâ devam eden Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP) uygulaması, sadece giriş sistemini değil, bütün milli eğitim sistemini olumsuz yönde etkiledi. Bir başka ifadeyle AOBP, hem yükseköğretime seçilen öğrencilerin profilini değiştirdi hem de ortaöğretimi ve hatta ilköğretimi baskı altına aldı. Oldukça karmaşık ve teknik olduğu için kamusal tartışmanın bir parçası olmayan AOBP, basitçe, bir okulda sınava giren öğrencilerin üniversite giriş sınavındaki puanlarının ortalamasının, her bir öğrencinin bireysel Ortaöğretim Başarı Puanı (OBP)’nın yükseltilmesi için kullanılmasıdır. Yani bir okuldaki öğrenciler sınavda ne kadar başarılı olursa, o okulun sınava giren öğrencilerinin her birinin OBP puanı o ölçüde olumlu olarak etkileniyor. Örneğin 2009 uygulamasına göre, OBP’si 80 olan iyi halli bir fen liselinin AOBP’si 96, aynı OBP’li ortalama bir Anadolu lisesi öğrencisinin AOBP’si 91, aynı OBP’li bir genel liselinin AOBP’si ise 85 olabilmektedir! Hani “her koyun kendi bacağından asılır”dı? Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı Sıralayıcı bir sınav sisteminde, AOBP dolayısıyla iyi puanlı bölümlere “mahalle okulu”ndan yerleşmek neredeyse imkansız hale geldi. Bundan dolayı Türkiye’nin en popüler üniversitelerine ve bölümlerine öğrencilerin yerleşmelerinde, bireysel çabalarıyla birlikte mezun oldukları okullar etkili. Açıkçası Türkiye’nin mevcut seçme sistemi, en seçkin bölümlerine öğrenci seçerken, başarısız liselerden gelen başarılı öğrencileri kategorik olarak dışlıyor. Bu durum doğal olarak liseler arası tabakalaşmaya ve açık hiyerarşiye neden oluyor. Sözgelimi, Atatürk Anadolu Lisesi, Ümitköy Anadolu Lisesi, Hakkâri Lisesi ile Adana Endüstri Meslek Lisesi’nden mezun olan öğrencilerin her birinin alacakları puanlar farklıdır.
2008 sınav sonuçlarına göre, Hacettepe (Türkçe ve İngilizce), İstanbul Cerrahpaşa (İngilizce) ve Ankara Tıp Fakülteleri; Boğaziçi Endüstri Mühendisliği ve Psikoloji, Bilkent İşletme, ODTÜ İşletme, İktisat ve Endüstri Mühendisliği bölümlerine yerleşen yaklaşık 1.000 kişi, fen, Anadolu ve özel lise mezunları iken; 880.000 genel lise mezunundan ise sadece 10 kişi bu bölümlere girebildi. Bir öğrenciyi seçkin bir lisede seçkin öğrencilerle eğitim gördüğü için ödüllendirirken, başka bir başarılı öğrenciyi “başarısız” bir lisede “başarı düzeyi düşük” öğrencilerle eğitim gördüğü için cezalandırmak en hafif tabirle tuhaftır ve eşitlik ilkesiyle bağdaştırılamaz.
AOBP dolayısıyla hangi liseye gidileceği Türkiye’de tarihinde hiç olmadığı kadar önem kazandı. Dolayısıyla ilköğretimler yoğun bir baskı altında. Daha açık bir ifadeyle Türkiye’de seçkin bir üniversitede seçkin bir bölümde okumak, öğrencinin sınav performansı ile AOBP tarafından belirleniyor. AOBP ise öğrencinin mezun olduğu lisenin performansı ile belirleniyor. Bu ise öğrencilerin geçmiş yıllarda 14 yaşında girdikleri OKS ve 2008’den sonra 12 yaşından itibaren girdikleri SBS’ler ile belirleniyor. Özetle bir öğrencinin yükseköğretim giriş sistemindeki puanı kısmen 12 yaşında belirleniyor! Bundan dolayı çocuklar, 12 yaşından itibaren iyi bir liseye gidebilmek adına sınavlara hazırlanıyorlar. Daha da önemlisi yeterli kültürel ve sosyal sermayeye sahip olmadığı için SBS’nin önemini kavrayamayan bir ailenin 12 yaşındaki çocuğu, kendisi ile aynı zeka ve performansta ama ailesi yeterli kültürel sermayeye sahip bir çocuğa nazaran dezavantajlı konumda. 12 yaşındaki çocuğun ya da ailenin ihmali, sadece pedagojik değil aynı zamanda toplumumuzda alışık olmadığımız sorunlara neden oluyor: Tabakalaşan toplum ve oldukça erken seleksiyon! Neler Yapılmalı? Üniversiteye girişteki başarıyı, AOBP’nin, dolayısıyla öğrencinin 12 yaşından itibarenki başarısının ve kazandığı lisenin belirlemesi, telafisi olmayan ve derhal terk edilmesi gereken oldukça ilkel bir uygulama. 2006 yılında yapılan 17. Milli Eğitim Şûrası’nda alınan AOBP’nin kaldırılması ve bu amaçla olgunluk sınavlarının kullanılması kararının tartışılması ve geliştirilmesi gerekiyor. Alternatif olarak, öğrencilerin lise notlarının daha nesnel bir şekilde üniversite giriş sistemine dâhil edilmesi için MEB ve YÖK birlikte çalışmalı. Yeni üniversite giriş sisteminin ve ortaöğretime geçiş sisteminin eğitim sistemi üzerindeki etkileri, MEB tarafından yakından izlenmeli. İlköğretimden ortaöğretime geçiş üzerindeki baskıyı azaltmak için AOBP’nin kaldırılmasına paralel olarak, lise türleri arasındaki farklar MEB tarafından azaltılmalı. Üniversite giriş sistemi, birkaç ölçme değerlendirme uzmanını ilgilendiren teknik bir mesele olmaktan ziyade, yükseköğretim mezunlarına tanınan ayrıcalıklardan kimlerin faydalandıkları yahut dışlandıkları sorunu olduğu için herkesi ilgilendiriyor.