Obama’nın Milli Güvenlik Danışman Vekili Ben Rhodes’un ismi son günlerde fazlaca konuşulur oldu. Dış politika konusunda Obama’nın en fazla dinlediği isimlerden birisi olan Rhodes’un, son olarak Washington DC’deki bir toplantıda etrafını saran Suriye kökenli ABD’lilere şöyle söylediği iddia edildi: ‘Suriye politikamızla gurur duymuyoruz, iyi opsiyonlarımız yok… Geçmişte yapabileceğimiz hiçbir şey işleri iyileştiremezdi’. Bu sözler tartışılırken Milli Güvenlik Konseyi Sözcüsü Ned Price bir açıklama yapıp ‘Rhodes hiçbir şekilde Suriye politikamızı suçlamadı ve politikamızla kendisi arasına mesafe koymadı…’.
Yine geçtiğimiz hafta ABD eski Dışişleri Bakanlarından James Baker, Amerikan Senatosu’nda ‘Türklerin Suriye’nin kuzey sınırında bir uçuşa yasak bölge oluşturulması talebini desteklemediğimiz çok kötü oldu’. Benzer şekilde ABD’nin muhtemel başkanları Hillary Clinton ve Donald Trump farklı motivasyon ve içeriklerle olsa da Suriye’de bir ‘güvenli bölge’ kurulması fikrini destekleyen açıklamalar yaptılar. Yani güvenli bölge fikrine kâğıt üstünde ve söylem düzeyinde olsa da ‘bipartisan’ (iki partinin de desteklediği) bir fikir birliği söz konusu. Hal böyleyken kişiselleştirdiği dış politikasıyla Obama, herkesten farklı düşünüyor.
İlginçtir sözcünün açıklaması Rhodes’un Suriye politikasının sorunlu olduğunu kabul eden kısmını tekzip etmeyle iktifa etmiş. Son olarak söylediği ve Suriye’de yaşanan acının ABD’yi aştığı şeklindeki kolaycı ve yansıtıcı ifade ise es geçilmiş. Oysa ilk kısım yani ABD’nin Suriye politikasının koca bir başarısızlık olduğu konusunda küçük istisnai bir grup dışında herkes hemfikir. Asıl önemli olan ise ikinci kısım, yani ABD’nin Suriye politikasından sorumlu olan yetkililerin herkesin hemfikir olduğu başarısızlıklarını örtmek için Suriye krizinin kendilerini aştığı yönündeki absürt ifadeleri. Ya ABD bildiğimiz ABD değil ya da Suriye krizi bildiğimiz Suriye krizi değil. Yetkililerin yüz kurtarma çabaları bir tarafa, ABD şimdiye kadar atacağı kritik adımlarla Suriye’deki acıyı dindirmekten gözle görülür bir şekilde hafifletmeye kadar olan bir skalada sonuca etki edebilirdi. Esed’in kimyasal silah kullanımı sonrasında kritik askeri noktaların vurulması, Türkiye gibi bölgesel güçlerin desteğiyle kuzeyde güvenli bölge oluşturulması ve Suriye muhalefetine oyun değiştirici silah gönderilmesi konusundaki vetosunu kaldırması gibi adımlar Suriye’de sonucu doğrudan tayin edebilirdi.
Eğri oturup doğru konuşalım, Türkiye’nin de atabileceği adımlar vardı fakat krizin boyutları ve Türkiye’nin ölçeği sebebiyle Türkiye’nin adımları ABD’nin atmadığı adımlar kadar sonuç değiştirici olamazdı. Zira karşı cephede sadece İran olsa belki Türkiye için durum farklı olabilirdi fakat Rusya’nın ve hava unsurlarının (savunma sistemleri) başından beri devrede olduğu bir denklemde ABD devreye girmeden sonuç almak mümkün değildi. ABD ise istisnasız her dönüm noktasında Suriye’de katliamları derinleştirmeye yol açacak opsiyonları tercih etmekte direndi. Elindeki imkânları kullanma yerine küçük ve çapsız muhalif gruplardan ve terörist PKK’dan vekiller üreterek çatışmaları bitirme değil, uzatma ve derinleştirme opsiyonlarına yatırım yaptı.
Erken dönemlerde kuzeyde kurulacak bir güvenli bölge, muhalefetin gerçek manada teçhizatlandırılması ve kimyasal saldırıya sessiz kalınmaması, DAİŞ’in Suriye’de yayılmasının önüne geçip, mülteci sorununu engelleyip, Esed rejimini müzakere masasına tavizkâr bir şekilde oturtabilirdi. En önemlisi Suriyelilere havadan ölüm yağdırılmasını imkânsız hale getirebilirdi. Obama ve yanındaki bir avuç danışman defalarca Suriye’de acının devam etmesini tercih etti. Oysa sadece bir defa mevcut politikalarının aksini tercih etselerdi bile Suriye’de durum müspet anlamda farklı olabilirdi.
[Akşam, 16 Mayıs 2016].