Gelişmiş ülkeler aradan geçen sekiz yıla rağmen küresel finans krizi sonrasında ekonomilerini halen düzgün bir yola sokamadı. Bu durumun verdiği yükün altında daha fazla ezilmek istemeyen siyasetçiler ve bürokratlar farklı politikalar denemeye devam ediyor. Bu tip kriz dönemlerinde ülkeler rakiplerine karşı korumacı önlemler uygulayarak kendilerine bir rekabet avantajı sağlamaya çalışır. Krizlerin tarihine baktığımızda bu korumacı politikaların örneklerine sıkça rastlayabiliriz. Örneğin ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkeler 1929 Buhranı’ndan sonra, “Komşunu fakirleştir, kendini zengin et” mantalitesi ile hareket ederek krizin etkilerinden kurtulmak için korumacı önlemlere başvurmuştu.
Korumacı politikaların günümüzdeki uygulanış şekli 100 sene öncesinden çok farklı. Ülkeler günümüzde Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi küresel sistemin bekçilerinin çizdiği sınırlar içerisinde hareket edebiliyor. Artık 1930’larda olduğu gibi yerli şirketleri korumak ve dış ticaret dengesini sağlayabilmek adına gümrük vergilerini kafanıza göre yükseltemiyor veya kota koyamıyorsunuz. Ancak küresel düzenlemeler korumacı politikalar uygulamaya engel değil. Korumacı önlemler günümüzde farklı şekillerle karşımıza çıkabiliyor.
Karşılıklı Cezalar
Son dönemlerde Volkswagen, Apple ve Deutsche Bank gibi küresel devlere kesilen cezaların arkasında korumacı politikalar olduğuna dair tartışmalar var. Küresel devlere verilen milyarlarca dolarlık cezaların haklı gerekçeleri bulunuyor. Volkswagen’e dizel araçlarının egzoz emisyon testlerinin hatalı olduğu gerekçesiyle ceza kesildi. Deutsche Bank’a verilen cezanın gerekçesi bankanın küresel finans krizini tetikleyen mortgage kredilerinde manipülasyon yapmasıydı. Apple ise İrlanda’daki faaliyetlerinde Avrupa Birliği (AB) kurallarına aykırı vergi indirimleri nedeniyle ceza aldı. Şirketlere iş etiği ve hukuka aykırı şekilde hareket etmeleri gerekçesiyle ceza kesilmesi gayet doğru bir karar. Ancak birçok şirketin yapmış olduğu yanlışlar göz ardı edilirken, son zamanlarda ABD ve AB arasında tenis maçını andıran bir şekilde karşılıklı cezaların kesilmesi, insanın aklına ister istemez “Bu kararların arkasında korumacı mantık ve siyasi sebepler mi var?” sorusunu getiriyor.
ABD’nin rekabetçi gücü sürekli gerileyen yerli otomotiv şirketlerine avantaj sağlamak için Volkswagen’e ceza kestiği iddia ediliyor. ABD’nin bu cezaları Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) için yapılan görüşmelerde AB’ye karşı pazarlık gücü elde etmeyi hesaba katarak kesmiş olması da bir başka ihtimal. AB’nin Apple’a kestiği vergi cezasının aslında bir karşı hamle olduğu da yüksek sesle dillendiriliyor. Bu yaşananların basit cezalardan ibaret olmadığı aşikar. Bu cezaların hem yerli şirketlere avantaj sağlamak hem de siyasi mesaj vermek için kesilmiş olması şaşırtıcı değil.
Kur Savaşları
Kur savaşı küresel finans krizi sonrası verilen korumacı mücadelenin bir diğer türüdür. Kur savaşı en basit ifadeyle ülkelerin ekonomik büyümeye dış ticaret kanalıyla destek vermek için para birimlerinin değerini düşürme mücadelesidir. Kur savaşı ile ticaret rekabetinde kendilerine daha avantajlı bir pozisyon sağlamayı hedefleyen ülkeler, bu yolla ulusal paralarının değerini düşürerek ihracatlarını artırmaya çalışıyor. Bu politika “rekabetçi devalüasyon” olarak adlandırılıyor. Bir ülke rekabetçi devalüasyon uygulayarak bundan bir avantaj sağlayabilir. Ancak günümüzde olduğu gibi birçok ülkenin para arzını aynı anda artırarak döviz kurunu değersizleştirmeye çalışması pek bir işe yaramayacaktır. Döviz kurları göreceli bir değeri verdiğinden dolayı ülkelerin aynı hamleyi yapmaları dünyadaki bütün para birimlerinin aynı anda değer yitirmesine neden olmaz. Sonuç olarak herkes başladığı noktaya geri döner ve kur savaşının gerçek galibi olmaz.
Kazananı Olmayan Savaş
Her büyük kriz döneminde olduğu gibi günümüzde de ülkeler korumacı önlemlere sarılmış durumdalar. Ülkeler korumacı politikaları kendi başlarına uyguladıklarından bundan fayda sağlamaları kuvvetle muhtemeldir. Ancak korumacı politikalar ülkeler tarafından aynı anda uyguladığı zaman bu savaşın bir kazananı olmayacak, tam aksine bu durum küresel ekonomiyi daha da zora sokacaktır. İçinde bulunduğumuz krize sebep olan faktörler küresel olduğu gibi, krizden çıkabilmek için uygulanması gereken politikaların da küresel olması lazım. Yani bu girdaptan kurtulmak için ülkelerin sistemli ve koordineli bir şekilde hareket etmeleri gerekmektedir.
G20 gibi bir platform bu amaç doğrultusunda kurulmuş olmasına rağmen, özellikle gelişmiş ülkeler ortak hareket etmeye yanaşmak yerine kendi aralarında mücadele vererek sorunları çözmeye çalışıyor. Şirketlerin arkasına gizlenerek siyasi kavga vermenin veya mevcut kur savaşını sürdürmenin küresel ekonomiye hiçbir katkısı olmadığı gerçeği kısa zamanda anlaşılacak gibi durmuyor.
[Kriter, 1 Ekim 2016].