Cumhurbaşkanı Erdoğan bir süredir AK Parti'deki "metal yorgunluğundan" bahsediyor. Ve çözüm olarak teşkilatlardan ve belediyelerden başlayarak kadrolarda "köklü değişim ihtiyacına" işaret ediyor.
Güçlü bir liderin bu ölçüde açıktan partisindeki sorunlara parmak basması ister istemez teşkilatta bir muhasebe, özeleştiri ve rekabet havası doğuruyor. Mesele ne de olsa hem on beş yıllık iktidarın getirdiği yorgunluk hem de son dört yıldaki türbülansın verdiği yıpranmışlıkla irtibatlı.
Türkiye siyasetinin sorunlarını çözmede hâlâ en önemli aktör konumundaki AK Parti aslında "değişim ve dönüşüm" kavramlarını sık kullanıyor. İç siyasette vesayetleri tasfiye ederken de dış politikada etkin bir güç olma arayışında da ana iddiası hep dönüşüm oldu. Bu sebeple Erdoğan'ın "değişim" kavramına bu kadar istekli şekilde sarılmasında şaşılacak bir yan yok. Ancak "köklü" değişimden ne kastedildiğini netleştirmekte fayda var. Zira bu söylemin hem görev değişikliğine uğrayanları küstürme hem de "2001'deki fabrika ayarlarına dönme" şeklindeki romantik iddia ile karıştırılması ihtimali bulunuyor.
Erdoğan'ın "köklü değişim" arayışının ilk anlamı kuşkusuz uzun süredir belli görevleri üstlenenlerdeki yorgunluğu atmak ve "bayrak değişimini" sağlamak. Yerel siyasetin makamlarının benzer isimler ve dar gruplar etrafında dönmesine engel olmak. Ve tecrübeyi de ihmal etmeden toplumun tüm katmanlarına ulaşabilecek yeni, dinamik isimleri partisine katmak. İkinci boyut ise samimiyet, özveri, millete ulaşma, garibana dokunma ve dava bilinci gibi ilkelerden uzaklaşanların tasfiyesi ile ilgili.
Kuruluştaki bu değerlere vurgu kaçınılmaz olarak "fabrika ayarlarına dönme" söylemini akla getiriyor. Hatta AK Parti'yi eleştiren bazı kesimler "dönmek" kelimesiyle 2002- 2009 arasındaki politikaları ya da en azından 2013 öncesini kastetmektedirler. Yani AK Parti'nin liberal kesimlerle, ABD ve Batı başkentleri ile gerilimlerinin olmadığı dönemin politikalarına dönmesini istemekteler. Bu söylemin birçok yönden sorunlu, realiteye ters ve romantik olduğu görüşündeyim.
Öncelikle "kuruluş politikalarına dönme" söylemi AK Parti'nin sürekli olarak "ilk mükemmel halinden bozulduğu" varsayımına dayanıyor. "Bozulan ve düzelmesi gerekeni" hep AK Parti olarak konumlandırmak tek yanlı bir yaklaşım. Diğer aktörlerin tercihleriyle de şekillenen dinamik bir sürecin yaşandığını ihmal ediyor. Hâlbuki on beş yılın yaşanmışlığını ne AK Parti ne de muhalifleri açısından bir kenara bırakabiliriz. Sözgelimi Avrupalı liderlerin değişen Türkiye politikasını ve komşularımızdaki iç savaş ve terör dalgasını görmezden gelemeyiz.
Terörle mücadelede yalnız bırakılan Türkiye'nin AB'ye "uyum" adına güvenliğini riske edemeyeceğini acıyla öğrenecek çok sayıda terör saldırısı yaşandı. Bu yüzden 2013'ten sonra sürekli saldırı altında olan Türkiye'nin zorlu bir "mücadele" vermek durumunda kaldığı somut bir gerçek olarak ortadadır.
Daha önemlisi, Türkiye, bugün, 2011'e kadar "model" olarak alkışlandığı bir siyasi jeopolitik ortamda bulunmuyor. Ne ABD'nin küresel düzen yaklaşımı ne de Brexit kararı sonrası AB'nin güncel pratiği ve geleceği açısından. Ve ne de Arap isyanları ile iç savaş, terör ve mezhepçi rekabete savrulmuş Ortadoğu açısından.
Elbette, AK Parti'nin kendini yenilemek için "değerlerinin ve politikalarının" muhasebesini yapmasını faydalı buluyorum. Ve uluslararası sistemdeki olumsuz algıyı değiştirmek için de seferberlik içine girmesi gerektiği kanaatindeyim.
Ancak on beş yılın realitesini ve tecrübesini yok sayan "ah o eski güzel günler" nostaljisinin fayda getireceğini düşünmüyorum.
Zaten uygulanabilir de değil.
[Sabah, 18 Ağustos 2017].