Zamanın birinde sultanın bir oğlu varmış. Tahtın tek vârisi olan şehzade, sultanın gözbebeğiymiş. Sultan yegâne şehzadesinin üzerine ne kadar titrerse titresin, şehzade tahta geçecek akıl, feraset ve olgunluktan fersah fersah uzakmış. Bu duruma canı çok sıkılan sultan, ülkesinde yaşayan en büyük âlimi çağırtmış ve ona “bir dahaki bayrama kadar şehzadeyi eğiteceksin. Ne yaparsın, ne edersin bilmem ama bayram günü şehzade ahaliye saçmalamadan kısa bir nutuk irad edecek. Şehzade bu işi beceremezse senin boynun vurulacak” buyurmuş... Günler günleri kovalamış ancak onca talime ve derse rağmen şehzade her ağzını açtığında saçmalamaya devam ediyormuş.
Bayram günü gelmiş çatmış. Ziyafetler verilmiş, eğlenceler tertip edilmiş ve sıra şehzadenin nutkuna gelmiş. Kalabalığın önüne çıkan şehzade söze “Bir ok attım kebap oldu” diyerek başlamış. İnsanlar şaşırmış, sultanın yüzü renkten renge girmiş. Şehzadenin kıvrak zekâlı hocası hemen atılmış: “Ey ahali Şehzade Efendimiz çok az kişide bulunan, az sözle çok hikmet anlatma ilmine sahiptir. Bir gün kendisi ile ormanda avlanırken bir bıldırcını hedef alıp yayını gerdi. Yaydan çıkan ok önce bıldırcına saplandı, sonra bir kayaya çarpıp kıvılcım çıkardı. Kıvılcımdan etraftaki odunlar tutuştu ve bıldırcın o ateşte pişip kebap oldu” diyerek şehzadenin sözlerini tevil etmiş. Kalabalık hep bir ağızdan “şehzademiz çok yaşa” diye tezahürata başlamış...
Kalabalığın beğenisinden iyice cesaretlenen şehzade: “Bir ok attım aşure oldu” diyerek ikinci cümlesini kurmuş. Bir anda sultan dâhil bütün herkesin yüzü şehzadenin hocasına dönmüş. Yerinden tekrar kalkan âlim yavaş yavaş sultanın önüne yürümüş ve “Ey sultanım, koskoca ormanda kırk çeşit malzemeyi bulup, hangi kazana doldurup, hangi ateşte pişirip aşure yapacağım. Bu cehalet ve ahmaklık karşısında boynum kıldan incedir, buyur” diyerek teslim olmuş.
Şehzadeden ne kadar olursa Kılıçdaroğlu’na da o kadar oluyor!
Her gün kırdığı potlar, devirdiği çamlar ve söylediği akla aykırı sözler, CHP destekçisi medya tarafından tevil edildikçe ve üzeri örtüldükçe Kılıçdaroğlu da hikâyedeki şehzade gibi daha vahimlerine imza atıyor.
Bu iş hiç buralara gelmemeliydi. Kılıçdaroğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adaylığı döneminde Kâğıthane’yi Kağıttepe yaptığında, zaten 40 kuruşa satılan halk ekmeğin fiyatını daha da ucuzlatıp 40 kuruşa indirmeyi vadettiğinde, İstanbul’da yaşayan her ev hanımına 700 TL maaş bağlayacağını söylediğinde, Kılıçdaroğlu’nun acı gerçeğini kabullenmek gerekiyordu. Ancak “AK Parti İstanbul’u kaybederse sonun başlangıcı olur” diyerek gündüz düşü gören CHP destekçisi medya, Kılıçdaroğlu’nu “sakin güç” ve “Gandi Kemal” diye pazarlamaya devam etti.
Kılıçdaroğlu hiçbir seçimi kazanamadı ama ne gafları bitti ne de medyanın tevil çabaları. “CHP Genel Başkanı olmayacağım” dedikten saatler sonra genel başkanlığa adaylığını açıkladı, ses etmediler. Girdiği ilk genel seçimi kaybetmesi üzerine “şu kadar yeni oydaş kazandık” diye garip bir laf etti, seçim sonucunu bırakıp “oydaş”ın hikmetlerini açıklamaya durdular. İftira atmayı siyaset yapmak zannettiler ve “Kılıçdaroğlu’nun dosyaları” diye manşetler atıp, iftiralarını desteklediler. Kılıçdaroğlu şimdi de tüm bölgesel ve küresel aktörlerin defalarca strateji değiştirdiği Suriye sorununu “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi ile çözeceğini iddia ediyor, şakşakçı medyası da Kılıçdaroğlu’nun bu iddiasını, “Kılıçdaroğlu’nun sakin dış politikası” diye yutturmaya çalışıyor.
Ne diyelim; buyurun, bu eser sizin! Tekrar tevile mi girişirsiniz “aslında onu değil bunu kastetti” mi dersiniz, yoksa siz de pes edip "CHP’de parti içi muhalefet iddialı" başlıklı haberlere mi yer verirsiniz, varın orasını siz düşünün. Tercih sizin, lakin zırva, sizin dahi tevil edemeyeceğiniz boyutlara ulaştı. Kılıçdaroğlu kendini aştı: “Beyefendi Marmaris’te tatil yaparken Meclis topa tutuluyordu.”
Bir ok attım aşure oldu...
[Türkiye, 1 Kasım 2016].