Kurultay'dan önce CHP'nin yerel seçimlerde elde ettiği kısmi başarının mimarının Kılıçdaroğlu olduğu ve bu nedenle CHP genel başkanlığındaki en rahat günlerini geçirdiği söyleniyordu. Beklentilere göre Kılıçdaroğlu genel başkanlık yarışına tek aday olarak girecek ve kolayca genel başkan seçilecekti. Beklenti gerçekleşti;
Kılıçdaroğlu seçime tek aday olarak girdi, kolayca seçildi. Ancak Kurultay'dan sonra genel başkanlık koltuğunda pek rahat edecek gibi değil. Hemen kurultayın sonrasında ve üstelik parti uzun yıllar sonra girdiği bir seçimde görece başarı kazanmışken bu çalkantılar daha derin bir krizin habercisi.
CHP'nin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini kazandığı süreçteki başarı Kılıçdaroğlu hanesine yazıldı. CHP destekçisi gazeteciler ve analistler Kılıçdaroğlu'nun kendisini bilerek geri çektiğini, böylece adaylar üzerindeki siyasi baskıyı azalttığını ve adayların geniş kitlelere seslenmesinin önünü açtığını iddia ettiler. Eğer bu gerçekten Kılıçdaroğlu'nun bilinçli olarak tercih ettiği bir strateji yani 'Kılıçdaroğlu modeliyse' bugün bu modelin çöküşünü izliyor olabiliriz.
Çöküşün en temel nedeni modelin elde ettiği seçim başarının siyasi başarıya tevil edilememesi. İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerin kazanılması önemli bir seçim başarısıydı. Ancak bu seçim başarısı CHP siyasetine olumlu katkı yapmadı. Her iki ilde de belediyecilik anlamında ortaya başarılı bir performans konamadı. İki belediyenin bir yılı geçen performanslarına bakarak olumlu anlamda bir 'CHP belediyeciliğinden' bahsetmek mümkün değil. Kaldı ki başkanlar belediyecilik hizmetlerinde başarılı olsalardı bile bu 'CHP belediyeciliğinin' hanesine yazılmayacaktı. Her iki ili de CHP listesinden aday olmuş sağa yakın siyasetçiler yönetiyor. Dahası kadrolarını bile CHP'den değil merkez sağ siyasetten oluşturuyorlar. Güvenilir gözlemciler özellikle Ankara'da Mansur Yavaş'ın muhafazakar ve ülkücü kökenli kadrolarla çalışmaya devam ettiğini söylüyorlar.
İmamoğlu ise İstanbul'u içine yuvarladığı kaostan AK Partili eski bürokratları göreve çağırarak çıkarmaya çalışıyor. Aslında sorun basitçe bir yerel yönetim başarısızlığı da değil. İmamoğlu ve Yavaş'tan çok daha başarılı ve kendini ispatlamış isimler başkan olsaydı da sonuç değişmeyecekti.
CHP'nin bu iki belediyeyi kazanmasını sağlayan siyasi atmosfer ve ittifak pratiklerinin ortaya kalıcı bir başarı çıkartması mümkün değil. Kılıçdaroğlu modelinin 'kızıl elması' kazanmak değil AK Parti'ye kaybettirmek. Kazanınca ne yapılacağına dair elde ne bir yol haritası var, ne siyasi hedefler, ne birikim ne de model. Hele bir AK Parti kaybetsin de nasıl kaybederse kaybetsin anlayışı ile kazanılan seçim zaferinin sonunun nasıl olduğunu İstanbul ve Ankara'daki belediyecilik performansı gösteriyor. Bu anlayış ile belki seçim kazanılır. Ancak seçimden hemen sonra ağır bir siyasi ve yönetimsel başarısızlık kaçınılmaz. CHP'nin yerel yönetimlerde elde ettiği şansı iyi değerlendiremediği ve böyle giderse uzun yıllar iktidar yüzü göremeyeceği yorumları hiç de akla aykırı değil. Muharrem İnce meseleye anlattığım ilkesel ve analitik çerçeveden mi yaklaşıyor bilmiyorum.
Şimdiye kadar, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oyu bir başarı hikayesi olarak pazarlamaya çalışan ve bu başarı hikayesine dayanarak CHP yönetiminde hak iddia eden bir siyasetçi profili çizdi.
Dahası bundan sonra ne yapacağı da belirsiz. İnce'nin çıkışını bir pazarlık enstrümanına dönüştürebileceğini ve CHP yönetimindeki etkisini devam ettirmesine imkan tanınması halinde iddiasından vazgeçebileceğini söyleyenler de var.
Zaten meselemiz İnce'nin bireysel siyasi kariyeri de değil. İnce başarılı olur veya olamaz ama Kılıçdaroğlu modeli her geçen gün çöküşe biraz daha yaklaşıyor.
Modelin çöküşü yeni bir model ve o modelin mimarı için ciddi bir fırsat olacaktır.
O isim İnce veya bir başkası olabilir.
[Takvim, 10 Ağustos 2020]