SETA > Yorum |

KCK Davası ve Kardeşliğin Dili

Kürt meselesi uzun zamandır dil meselesine indirgenmiş ve anadilde eğitim konusu yaygın biçimde tartışılırken böyle bir talihsiz ifade, tarih dışı olmaktan öteye geçemeyecektir.

Bayram öncesinde, yazdan kalma bir güneşin altında Diyarbakır'da KCK davasını ve yaşanan son gelişmeleri konuşup bölgenin nabzını tutmaya çalıştık. Diyarbakır'da hemen her yerde KCK davası ve mahkeme heyetinin sarf ettiği 'bilinmeyen dil' konuşulurken, Ankara'nın gündemiyle bölgenin gündeminin farklılığı dikkat çekiyordu.

Son yıllarda iyice belirginleşen gündem farklılaşması Kürt meselesinin çözümü bir yana, yönetiminin dahi ne kadar hassas bir noktaya geldiğini açıkça gösteriyor. Son otuz yıldır bölgede yaşanan düşük yoğunluklu şiddet, hangi düşünceden, hangi meşrepten, hangi partiden olursa olsun tüm insanları 'aynılaştırarak' benzer tepkiler verdiriyor. Sorunu çözmek adına atılan bir yanlış adım, daha önce atılan onca doğru adımı etkisizleştirip problemi daha da derinleştiriyor. Stratejiden yoksun günü birlik hamleler çözümün önünde ayrı bir psikolojik engel oluşturuyor. Bunun en son örneğini KCK davasında yaşadık. Atılan yanlış bir adım zincirleme bir etki yaparak tüm olumlu gelişmeleri örtüp, süreci zehirleyen bir etki yapıyor. AK Partililerden BDP'lilere hemen herkes bu davanın yanlışlığı üzerinde dururken, Diyarbakır'da bu davadan memnun olan biriyle karşılaşmadım. Yanlışlığı üzerinde bu derece hemfikir olunan bir davadan nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, kimseyi memnun etmek mümkün olmayacaktır. Demokratikleşme çabalarıyla sorun normalleşme yoluna girip, süreç olumlu bir noktaya ilerlemişken bazı bürokratların 'devleti kurtarmak' için attığı bir yanlış bir adım tüm yapılanların anlamını yitirmesine ve Kürt siyasi kanadında "güvensizlik" duygusunun depreşmesine neden oluyor. Devlet her defasında süreci büyük bir eforla pozitif bir noktaya taşırken bir sonraki adımda kendi eliyle kendi yaptığını bozuyor. AK Parti iktidarında geçen sekiz yılda Kürt meselesine dair makro düzeyde adımlar atılmış olmasına rağmen henüz bir 'güven' tesis edilebilmiş değil. Güven tesis etmeden de bu meselede mesafe almak mümkün olmasa gerektir. KCK davası, PKK'yı güçlendiriyor! 29 Mart 2009 yerel seçimleri sonrasında başlayan KCK operasyonlarında çok sayıda kişi gözaltına alındı ve bunların büyük kısmı tutuklandı. Çoğunluğu BDP'de siyaset yapan veya bölgedeki STK'larda faaliyet yürüten, aralarında seçilmiş belediye başkanlarının da bulunduğu davada operasyonları yapanların geldiğimiz noktada amaçlarına ulaşamadıkları, duruşmaların basit bir asayiş davasından çıkıp siyasi bir davaya dönüştüğü görülüyor. KCK davası, sonuçları itibarıyla PKK'nın elini daha da güçlendirip, dağdan inmelerin önünde fiili bir engel teşkil ediyor. Hepsinden öte dava sembolik bir anlam kazanarak silah bırakmayı zorlaştıran ve PKK'yı dağda kalmaya iten bir işlev görüyor. Daha önceki yazılarımda da belirttim Kürt meselesinde devletin bir stratejisinin ve bir eylem planının olmaması taktik adımlarla yön aramasına neden oluyor. Bu yaklaşım ise en çok PKK'nın ve şiddet isteyenlerin işine geliyor. Türkiye bir yandan PKK'yı dağdan indirmenin formüllerini ararken diğer yandan bir şekilde dağdan inmiş ve hayata tutunmaya çalışan bazı eski örgüt elemanlarını hapse atmak suretiyle inandırıcılığını kaybediyor.

'Bilinmeyen dil' ayıbı ve tanıdık bir zihniyet...

Bölgedeki yargılamalarda Türkçe bilmeyen vatandaşlar için 'devletin tahsis ettiği tercümanlar' aracılığıyla her gün onlarca dava yürüten mahkeme, KCK davasında bambaşka bir tavır aldı. Buradaki 'devletin tahsis ettiği tercüman' ifadesi çok önemli. KCK davasına konu olan Kürtçe ifade verme talebi, aslında fiilen ve resmen çözülmüş bir sorun. Halihazırda zaten Kürtçe savunma yapılıyor. Dolayısıyla, mahkeme heyetinin yanlış tutumu 'açılımı sabote etmek ve 'iktidarı suçlamak isteyenlerin' ekmeğine yağ sürmekten öteye bir anlam ifade etmiyor. KCK davasında en başından bu yana yapılan yanlışlara 'bilinmeyen dil' ifadesiyle bir yenisi daha eklendi ve bir yandan Ankara'da tabular yıkılırken, diğer yandan bölgedeki yanlış uygulamalar yüzünden süreç yeniden çıkmaza girdi. Devletin fiilen ve resmen çözdüğü bir sorun 'kraldan çok kralcı' bir anlayış yüzünden devleti ayıplı hale getirdi. 'Bilinmeyen dil' ayıbı Kürtlerin onurunu, Türklerin vicdanını yaraladı. Mahkeme heyeti belki farkında olmayarak 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında hazırlanan raporda Kürt vatandaşlarımız hakkında 'kendini Kürt sananlar' ifadesine benzer bir ifade kullanarak tarihe geçti. Mahkeme, bu talihsiz ifadesiyle 'resmi tezlerin ve altı boş ezberlerin' ne kadar derinlere işlediğini, çözümün aslında ne kadar zor olduğunu bir kez daha hepimize gösterdi. Bir taraftan binlerce yıldır birlikte yaşayan iki kardeş halk, diğer yandan devletin resmi televizyonunda 24 saat yayın yapan bir dil, hükümetin devrim sayılabilecek adımları ve bütün bunların yanına 'bilinmeyen dil' ifadesi. Türkiye'nin artık bu akıl tutulmasından kurtulması gerekmiyor mu? Yargı mevzuatının ayrıntılı hükümleri, sanıkların emniyette Türkçe ifade vermiş olmalarına karşın mahkemede Kürtçe ifade verme çelişkileri, yaşananları değiştirmiyor.Tam da burada mahkeme heyeti kurulan tuzağa düşmüş oluyor. Davanın içeriğini, sanıkların suça bulaşıp bulaşmadıklarını bir yana bırakıp sadece olayın sonuçları üzerinden bir akıl yürütme yapılsa dahi hadise çok daha iyi anlaşılacaktır. Kelepçeli fotoğraf verilmesi en başta davanın masumiyetine gölge düşürürken, bazı seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanması Kürt kamuoyunda infiale yol açtı. En son 'bilinmeyen dil' ayıbı ise küllenen ve unutulmaya terk edilen davanın milyonlarca kişinin takip ettiği bir dava haline gelmesine neden oldu. Bunun yanında BDP'lilerin açıklamalarıyla bundan sonra tüm davalarda Kürtçe ifade verileceği Kürtçe savunma yapılacağını öğrenmiş olduk. Peki tüm bu operasyonların ve yürütülen davanın faydası nerede? Sonuç itibarıyla KCK davası, PKK'nın bir adım daha öne çıkması dışında hiçbir işe yaramadı.

KCK davası hakkında hüküm vermek için operasyonların yapılmasına yol açan 'nedenlere' değil, 'sonuçlara' bakmak yeterli olacaktır. Bölgedeki güvenliği sağlamak için yapılan tutuklamaların kendisi bugün çok daha büyük bir asayiş problemine yol açmış durumda. Kürt meselesi uzun zamandır dil meselesine indirgenmiş ve anadilde eğitim konusu yaygın biçimde tartışılırken böyle bir talihsiz ifade, tarih dışı olmaktan öteye geçemeyecektir. Yeni Türkiye, 'bilinmeyen dil' tezleriyle, çözümün ve kardeşliğin dilini inşa edemez.

Sabah-20.11.2010