Seçimler yaklaştıkça ABD’nin hem içerde hem de dışarda savrulma katsayısı artıyor. Dünyanın belki de en çirkin seçim süreci yaşanıyor ABD’de. Nadiren bel üstüne çıkan tartışmalar, Clinton’ın mı yoksa Trump’ın mı daha az kötü olduğu üzerine yoğunlaşıyor. Adaylardan birisi ülkeye cinsiyeti dışında yeni hiçbir şey vaat etmezken, diğeri ise Hollywood filmlerindeki mutlak kötü ayarında bir performans sergiliyor. Clinton kampanyası, Trump’ın bel altı konuşmalarını yayınlıyor, Trump kampanyası (Rus destekli) ise Clinton’ın sağlığına ve PR kampanyasını yürüten Podesta’nın emaillerine saldırıyor. Bir aday akciğerlerinden hasta diğeri “kafadan”. Hastalıkları seçim malzemesi yapma seviyesizliği ise seçim sürecinin vazgeçilmezlerinden.
Birçok ABD’li, Obama travmasını atlatmayı umarken Clinton-Trump çıkmazında nereye savrulacaklarını bilmez halde. Trump’ın son video skandalından sonra Cumhuriyetçi senatörler birer birer seçimde Cumhuriyetçi Parti’ye oy vermeyeceğini açıklıyor. Çoğunun içine ise Clinton’ı desteklemek sinmiyor.
Podesta emaillerine hızlıca bir bakarsanız Center for American Progress’ten Michael Werz gibi Fetullahçı dostlarının Türkiye iç siyaseti konusunda Clinton kampanyasını etkileme gayretlerini görürsünüz. (Bu tür kiralık kalemlere Türkiye’de alan açmamak lazım) ABD başka ülkelerin iç siyasetlerine ayar çekmeyi hak olarak görse de biz ABD’nin iç siyasetini umursayacak değiliz elbette. Fakat seçim sonrası bir yana seçimin yapılacağı kasım ayına kadar sıkıntılı günler bizi ve bölgemizi bekliyor. Seçim döneminin yarattığı boşluktan istifade Washington’daki envai çeşit istihbarat-güvenlik kurumu giderayak Ortadoğu’da operasyon çekiyor.
Deyrizor’da Esed’i vurması bunun ilk işaretiydi. Daha sonra ABD, şimdiye kadar alttan aldığı Rusya’yla Suriye üzerinden laf dalaşına girdi. Rusya ve Esed’in Suriye’de yaptıklarının savaş suçu olduğunu söylemek için beş sene ve seçim sürecini bekledi. Rusya’yla Suriye’ye dair ilişkilerini dondurdu ama bir gün geçmeden yine muhteşem ikili (!) Kerry-Lavrov görüşmeye başladı. Rusya kelimenin tam anlamıyla ABD’yi tiye alıyor. Anlaşılan Türkiye de önce 15 Temmuz ardından Fırat Kalkanı’yla ABD’de bazılarının dengesinin bozulmasına katkıda bulunmuş. Ondandır ki Türkiye’ye Suriye ve Irak’ta çıkardıkları sorunun derecesini bariz bir şekilde artırıyorlar.
Bu iki ülkede Türkiye’nin önündeki en büyük meydan okuma ABD’dir. ABD, PKK’ya sarılmada ısrar ederken PKK üzerinden Türkiye’yi terbiye etme gayretinde. Fırat Kalkanı’nın “PKK koridoru”nu çıkmaz sokağa çevirmesi, ABD’nin tüm Kuzey Suriye planlarını bozdu. En azından kasıma kadar Fırat Kalkanı’nın acısını PKK’ya verdikleri desteği artırarak, muhalifler arasına ekstra nifaklar sokarak ve Türkiye’nin dikkatini Irak ve Suriye arasında bölerek çıkarmaya çalışacaklar.
Son Başika krizi de bu çabalarla ilgili. Irak’ta işgalin sözlük karşılığı olan ABD, Musul’daki anti-DAİŞ operasyonlarına katkıda bulunan az sayıdaki Türk askerini Irak Merkezi Hükümeti’nin ağzından hedef alıyor. İran bu denklemde yancı, kendi işini ABD’ye yaptırıyor. Kısaca ABD, Musul’u gösterip Kuzey Suriye’de Türkiye’yi dizginleme gayretinde.
Rusya belli ki Halep’i Grozny’e çevirmek istiyor; yani ne yapacağını az çok kestirebiliyoruz. Fakat ABD deli mayın gibi kasıma kadar kırıp dökerek ve tahmin edilmesi zor bir şekilde hareket edecek. Bu süreçte Türk ordusunu “zor” bir ordu, başkomutanını ise “Batı’nın çelişkilerini yüzlerine vuran bir lider” olarak gören bazı Washington çevreleri fırsattan istifade Irak ve Suriye’de hareket alanımızı daraltmaya çalışacak. Kasım sonrası ise Allah kerim!
[Akşam, 10 Ekim 2016].