Nisan ayı içerisinde P5 +1 ülkeleri ile İran arasında nükleer enerji üretimi konusunda bir uzlaşıya varıldığı duyuruldu. Ortadoğu’nun geleceği ile yakından ilişkili olan ve belki en önemli gündem maddelerinden biri sayılabilecek bu konuya yeterli dikkatin verildiğini söylemek mümkün değil. Konunun oldukça yüksek teknik bilgi içermesi de tam anlaşılmasının önünde bir engel. Anlaşmanın içeriği ve en çok kimin işine yaradığı meselesi canlı bir tartışma konusu olarak karşımızda durmakta ve tüm bölgeyi ve belki de uluslararası düzeni etkileyebilecek bu anlaşmaya daha yakından bakmaya ihtiyaç var.
Kimin kazanıp kimin kaybettiği konusu anlaşılmak isteniyorsa, teknik detayları basitleştirerek sürecin geldiği noktayı değerlendirmek gerek. Aslında bu uzlaşı ne bir başlangıç ne de bir son. Geçtiğimiz Nisan ayındaki kaba uzlaşı, uzun süredir devam eden görüşmelerden yalnızca bir tanesi ve kapsamlı nihai anlaşma için verilen son tarih olan 30 Haziran’dan önceki en önemli dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Tarafların uzlaşmaya yönelik en azından ilke kararı almaları bakımından da önem arz etmekte. Nihai bir değerlendirme için kapsamlı anlaşmanın ortaya çıkmasını beklemek gerekebilir ancak Nisan ayındaki uzlaşı ana gündem maddelerini ve temel hedefleri belirlemek bakımından nihai anlaşmanın zeminini oluşturduğu kabul edilebilir.
Bu analiz henüz devam etmekte olan müzakereleri değerlendirecek, müzakerelerin geldiği noktayı özetleyecek, uzlaşı ilkelerini daha anlaşılır bir dile çevirip bu anlaşmanın nihai kertede ne ifade ettiğini ortaya koymaya çalışacaktır. Anlaşmanın, eğer bu haliyle imzalanırsa, İran için mecburen imzalanmış bir anlaşma olduğu iddiası dile getirilecektir. Ağır ekonomik, diplomatik ve güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya bulunan İran için bu anlaşma bir nefes aralığı olarak değerlendirilebilir. Anlaşma bu haliyle Amerikan tarafının beklediğinden daha iyi bir sonuç olarak görülebilir. Fakat İran anlaşmayı uzun vadeli sonuçları bakımından değerlendirme eğiliminde olacaktır. Aldığı bu nefesi bölgesel angajmanlarında kullanacak olan İran’ın anlaşma sonrası bölgede daha yayılmacı bir politika izlemesi beklenebilir. Fakat bu aşırı yayılmacılığın bölgede İran karşıtı bir koalisyon oluşturması da kaçınılmaz olacaktır. Türkiye’nin bu şartlar altında İran ile işbirliğine dayalı bir ilişki geliştirmesi pek mümkün olmayacaktır; ancak bu İran’la mücadele seçeneğini dayatmak anlamına da gelmemelidir. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde daha yaratıcı, daha ihtiyatlı bir yönteme ihtiyacı olacaktır. İran’la mücadele görevini diğer bölgesel ve küresel aktörler üstlenirken, Türkiye’nin esnek bir rol oynaması bu şartlar altında bile hala mümkündür.