Küresel kalkınma paradigması, her dönemin entelektüel akımlarına ve baskın politika yaklaşımlarına bağlı olarak dönüşüyor. 1980’lere kadar devlet-destekli sanayileşmeyi esas alan kalkınma anlayışı, neoliberal yaklaşımların güç kazanması ile birlikte yerini piyasa-eksenli ve özel girişimciliğin şekillendirdiği bir kalkınma yaklaşımına bıraktı. 1990’lı yıllardan itibaren ise Anglo-Sakson akademiyası ve uluslararası ekonomik kuruluşların kalkınma meselesine yaklaşımları sanayileşme ve makroekonomik kalkınma yanında kişilerin bireysel yaşam standartlarını temel alan "insani kalkınma" perspektifine yakınlaştı. Dünya Bankası tarafından hazırlanan Dünya Kalkınma Raporu’na ek olarak Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından ülkeleri eğitim, sağlık, gelir dağılımı, cinsiyet eşitliği, istihdam, iletişim fırsatları ve çevre gibi kişisel yaşam standartlarına dair kriterler üzerinden değerlendiren İnsani Kalkınma Raporu hazırlanmaya başladı.
Dilerseniz insani kalkınma perspektifinden Türkiye’nin günümüzdeki konumunu genel hatlarıyla bir değerlendirelim. Son hesap yöntemlerine göre insani kalkınma endeksi puanımız 0.761 ve dünyada 72. sırada bulunuyoruz. Son yıllarda yaşanan iyileşmeye rağmen dünyanın en büyük 17. ekonomisi ve küresel/bölgesel iddiaları olan bir ülke olarak insani kalkınma açısından çok daha iyi yerlere gelmemiz gerektiği açık.
Ortalama yaşam beklentimiz 75.3 yaş; milli gelir içinde en büyük kalemleri oluşturan sağlık harcamalarımızın payı yüzde 5.6, eğitim harcamalarımızın payı ise 2.9; yani bu temel ihtiyaçlara kaynak ayrılması anlamında fazla sorunumuz yok.
Gelir dağılımında eşitsizliği gösteren Gini katsayımız 0.40 seviyesinde. Hızlı büyüme dönemlerinde bozulma eğilimi gösteren bu rakamı aşağıya çekerek hem zenginleşen, hem de refahı daha adaletli paylaşan bir toplum olma gereksinimimiz var.
Parlamentoda kadın temsil oranımız çok düşük ve yüzde 14.4 düzeyinde; yani kadınların siyasete katılımını sağlama anlamında çok mesafe almamız gerekiyor.
Toplam nüfusumuzun istihdama katılım oranı yüzde 44.5 düzeyinde; ekonomik aktiviteye katılımı arttırmak için bu rakamı özellikle kadınlarda yukarı çekmek durumundayız.
İşsizlik oranımız yüzde 10’un hemen altında. Ekonomik büyüme hızının son yıllarda yüzde 3 civarında takılıp kalması bu oranı kalıcı bir inme patikasına oturtup yüzde 5’lere düşürme hedefimizi gerçekleştirmemizi zorlaştırıyor.
Ticarette ithalat ve ihracatın milli gelirimize oranı yüzde 57.9; yani daha fazla küresel entegrasyona ve ticarileşmeye ihtiyacımız var. Doğrudan yabancı yatırımlar milli gelirimizin yüzde 1.6’sı düzeyinde; bu oranı en az yüzde 5’lere çıkartmak bizi çok rahatlatacak.
İletişime çok düşkün bir toplum olduğumuz şüphe götürmez; nitekim cep telefonu abonelikleri nüfusun yüzde 94’ü oranında. Ancak internet kullanımında nüfusun sadece yüzde 51’i aktif; yani internete erişimi yaygınlaştırmak durumundayız.
Rusya ile yaşanan krize rağmen her yıl 35 milyondan fazla turist ağırlıyoruz; yani insan hareketliliği açısından oldukça küreselleşmiş bir ülkeyiz. Ancak enerji tedarik zincirinde ihtiyacımızın yüzde 89.5’ini fosil kaynaklardan karşılıyoruz; yani yenilenebilir enerji kaynaklarına çok daha fazla yatırım yapmak durumundayız.
76 milyonluk nüfusumuzun medyan yaşı 30.1, yani oldukça genç bir toplumuz; ama bu durum, eğitim ve sosyal entegrasyona önem verme ihtiyacı da doğuruyor. Türkiye’nin insani kalkınma perspektifinden çekilen fotoğrafı, odaklanmamız gereken reform alanlarını da az-çok ortaya koyuyor aslında. Ne dersiniz?
[Bugün, 24 Şubat 2016].