DEAŞ'tan sonra Suriye'de sular durulacak gibi durmuyor. Dahası süreç Suriye'de ateşkesin yaygınlaşması ve Suriye'nin yeniden inşası evresine de geçmeyecek. Aksine yeni çatışma alanlarının doğmasına yönelik ortam hazırlanıyor.
Geçtiğimiz günlerde önce muhalif grupların birbiri ile çatışmasına ve parçalanmasına şahit olduk. İdlib ve civarındaki en etkili iki grup Tahrirüş Şam ile Ahrarüş Şam'ın çatışması ve her iki gruptan yaşanan kopmalar, Suriye'nin en istikrarlı bölgelerinden biri olan İdlib'i gündeme taşıdı. Bu olayın ardından ABD'nin DEAŞ'la mücadele özel temsilcisi Brett mcgurk'un yaptığı açıklama bu anlamda önemli ve pek de hayra alamet sayılmayacak cinsten.
Mcgurk'ün ifadelerine bakılacak olursa İdlib, 11 Eylül saldırılarının başsorumlusu El-Kaide'nin barınma alanına dönüşmüş ve ABD bu tehdide odaklanmış durumda. Aynı konuşmada, Türkiye'ye yönelik bayatlamış suçlamaları bu sefer El-Kaide üzerinden dile getirmesi ise üstü kapalı bir tehdit. Olası bir operasyona mesafeli kalması durumunda Türkiye El-Kaide'ye destekle suçlanacak.
Bu açıklamalar İdlib'in yeni bir operasyonun hedefi olacağına işaret ediyor. Ya da en azından büyük bir pazarlık için öne sürülmüş bir koz. Bu noktada akla gelen birkaç senaryo var: Birincisi ABD'nin İdlib'e yönelik Rakka formülü uygulaması. Yani YPG ile birlikte buraya bir operasyona girişmesi. Bu senaryo Türkiye'nin Afrin'e müdahalesinin önünü tamamen kapatmakla kalmayacak, YPG'nin etkinlik alanını genişletecek ve dolayısıyla ABD'nin Suriye'deki etkisini bu bölgeye de taşıyacak. Böylesi bir harekatı Türkiye ile Rusya'nın kabullenmesi kolay değil. İkincisi Rusya'nın rejimle birlikte gerçekleştireceği bir operasyon. Bu ihtimal Astana sürecinin sonu demek. Dolayısıyla bu ihtimal de pek olası görünmüyor. Üçüncü ve en olası senaryo ise ABD ve Rusya'nın üzerinde anlaştığı ve Türkiye'yi de operasyona katılması için zorlayacakları bir operasyon.
İdlib'e yönelik bir operasyonun Suriye'yi daha kaotik bir çatışmanın içine sürükleyeceği oldukça aşikar. Türkiye'yi ilgilendiren en önemli kısmı ise yanı başında küçük bir Afganistan'ın oluşma riski. Bu durumda Türkiye her türlü zor durumda bırakılmış olacak. Kendisinin de terör örgütü olarak tanımladığı El-Kaide'ye karşı savaşın yükünü taşımaya zorlanacak ya da bu örgüte yardım etmekle suçlanacak. Tıpkı DEAŞ üzerinden yürütülen kampanya gibi.
ABD'nin Suriye'deki önceliğinin istikrar ve çatışmasızlık olmadığını söylemek artık zor değil. Aksine çatışma derinleştikçe Türkiye, Rusya, İran, Suudi Arabistan gibi aktörlere maliyet doğuyor, ABD ise bu kaotik ortamı etkinlik alanını genişletme fırsatına çeviriyor. Bunun için geleneksel yolların dışına çıkmakta da bir beis görmüyor. Gerek Irak gerekse Suriye'de El-Kaide, DEAŞ, Haşdi Şa'bi, Hizbullah, PKK/YPG gibi örgütleri doğuran ve büyüten faktörlere bakıldığında ABD'nin müdahaleleri önemli bir yer tutuyor.
Terör etiketini kullanma gücünü de elinde tutarak operasyonel alanını genişletiyor. YPG'yi istihzai ve basit bir isim değişikliği ile meşrulaştırma yoluna gidiyor. Onlarca muhalif grup, mülteci kampı ve bir milyonu aşkın sivilin yaşadığı İdlib'i ise Tahrirüş Şam'ı gerekçe göstererek operasyon hedefi olarak ilan ediyor. Burada yaşanacak sivil kayıpları, Türkiye'ye akacak yüzbinlerce mülteci, Esed rejiminin edineceği kazanımlar ise küçük birer ayrıntı.
İdlib üzerinden yaklaşan bu krize önlem alınması şart. Türkiye ve Rusya'nın işbirliği bu açıdan önemli ve çatışmasızlık bölgelerini ortaya çıkaran insiyatifi korumaları gerekiyor. Muhalif gruplara da büyük sorumluluklar düştüğünü ifade etmek gerek. Her şeyden önce kendi aralarında yaşanan çatışmaların Esed rejimi, Rusya ve ABD'ye arayıp da bulamadıkları cinsten bir fırsat olduğunu görmeleri gerekiyor. Özellikle ister bir senaryo çerçevesinde ister spontane gelişmiş olsun, Ahrar'la Tahrir arasındaki son çatışma İdlib'in hedef tahtasına oturtulmasının köşe taşı olduğunu anlamaları gerekir. Meseleye bu açıdan bakıldığında kimin haklı kimin haksız olduğunun bir önemi kalmıyor.
[Fikriyat, 03 Ağustos 2017].