Trump seçim gününde kendi taraftarlarından veya Amerika’nın dış düşmanlarından değil de ‘‘içerdeki düşmanlardan’’ endişe ettiğini söyleyerek kendisinin demokrasiye karşı bir tehdit olduğu tezini işleyen Demokratlara malzeme verdi. Ulusal Muhafızların ve gerekirse ordunun muhtemel bir karışıklığı engellemek için sahaya inebileceğini söyleyen Trump, ‘radikal sol kaçıklar’ olarak tanımladığı iç düşmanların olay çıkarabileceğini ima etti. 2020 seçim sonuçlarını kabullenmeyerek 6 Ocak Kongre baskını olaylarının çıkmasını sağlayan Trump, 2024 sonuçlarını da aleyhine olması durumunda kabul etmeyeceğinin sinyalini çoktan verdi. Anketlerin yarışın başa baş gittiğini gösterdiği bir dönemde, Trump 2020 seçimlerinde olduğu gibi seçimi kaybetmesi durumunda hile yapıldığını savunarak yenilgiyi kabullenmeyeceğini ilan etmiş durumda. Harris kampanyası Trump’ın bu söylemlerinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatarak seçmeni korkutma stratejisine yönelmiş görünüyor ancak birçok seçmenin Trump’ın bu söylemlerine alıştığı bir gerçek.
6 Ocak Travması
Trump’ın ifadelerini vakit geçirmeden seçim mitinginde ekranlara yansıtan Kamala Harris, ikinci bir Trump yönetiminin ülke için büyük bir risk teşkil ettiğini ve tehlikeli olduğunu söyledi. Harris, ‘içimizdeki düşmanlar’ derken Trump’ın yazdıklarından hoşlanmadığı gazetecileri, kendisi için hile yapmayı reddeden seçim görevlilerini ve istediklerini yapmayan hakimleri kastettiğini savundu. Harris kampanyası epeydir Trump’ın Amerika için büyük bir tehlike olduğunu söylüyordu ancak Trump’a karşı suikast girişimleri sonrasında bu argümandan uzak durdukları görülüyordu. Cumhuriyetçiler suikast girişimlerinde Demokratların Trump’ı demokrasiye bir tehlike olarak göstermeye çalışmalarının payı olduğu tezini işlemişlerdi. Korkutma taktiğini geri plana iten suikast girişimlerine rağmen, Trump’ın retoriğini iyice sertleştirmesi Demokratların bu stratejiye geri dönüşünü tetiklemiş görünüyor.
Başkan yardımcısı adayları Vance ve Walz arasındaki tartışmada da Trump’ın 2020 seçim sonuçlarını kabul etmemesi gündeme gelmişti. Walz, eski Başkan Yardımcısı Mike Pence’in Trump’ın 2020 seçim sonuçlarını iptal ettirmenin yolunu açmadığı için tekrar aday gösterilmeyerek cezalandırıldığını ima etmişti. Vance, Trump’ın 2020 seçim sonuçlarını kaybettiğini kabullenmeyerek konuyu değiştirmeye çalışmıştı. Trump yenilmesinin sadece hileyle olabileceği anlatısını taraftarlarının çoğuna kabul ettirdiği için bundan geri adım atmayı reddediyor. Önümüzdeki seçimlerde özellikle Pennsylvania, Michigan, Wisconsin, Arizona, Nevada ve Georgia gibi eyaletlerde yarışın başa baş geçmesi beklendiği için, Trump şimdiden seçim görevlileri üzerinde baskı kurmaya çalışıyor.
2020 seçimleri sonrasında Georgia eyaletindeki Cumhuriyetçi seçim görevlilerine sadece 11 bin oya ihtiyacı olduğunu söyleyerek baskı yapan Trump’ın ses kaydı basına yansımıştı. Bu tür baskıların sonuç vermemesi ve mahkemelere itirazlardan da önemli bir sonuç çıkmamasına rağmen, Trump seçimi kaybetmediğini iddia ederek dönemin Başkan Yardımcısı Mike Pence’den Kongre’nin 6 Ocak’ta Biden’ın başkanlığını kesinleştirecek oturumda eyaletlerin sonuçlarını kabul etmemesini istemişti. Trump’ın kendisinden anayasal olmayan bir şey istediğini savunan Pence, böyle bir yetkisi olmadığını söyleyerek Trumpçıların hedefi haline gelmişti. 6 Ocak Kongre baskını Amerikan tarihine tam bir siyasi travma olarak geçti ve bunun tekrarlanma ihtimalinin seçmenin bir kısmı üzerinde korku yarattığı söylenebilir. Ancak olaylarla ilgili hukuk üzerinden ciddi bir hesap sorulamaması, birçok seçmenin gözünde 6 Ocak’ın daha sıradan şiddet olayları olarak algılanması sonucunu da getirdi.
Seçmeni Trump’ın Söyleminden Korkutmak Mümkün mü?
‘Pence’i asın’ sloganları eşliğinde gerçekleşen Kongre baskınını bir kalkışma ve hatta bir darbe girişimi olarak değerlendirenler olsa da Trump’a karşı seçim sonuçlarını değiştirmeye teşebbüs davası açılması uzun zaman aldı. Trump’a karşı isyan çıkarmaya teşebbüsten hemen dava açılmamasında seçimi Biden’ın kazanmasıyla artık Trump’ın bir daha zaten geri dönemeyeceği algısının önemli bir etkisi vardı. Trump’ın legal yollarla değil sandıkta yenilerek siyaseten yenilmesi gerektiğini savunanların görüşü ağırlık kazanmıştı ve eski Amerikan başkanına vatan ihanet suçlamasına varabilecek bir dava açılmasının siyasi rövanşçılık olarak algılanabileceği tezi ağırlık kazandı. Hiç kimse hukukun üstünde değildir ilkesini sıklıkla duymamıza rağmen çok güçlü olanın hukuk önünde o kadar da eşit olmadığına şahit olduk. Siyasi elitlerin Trump’ın sandıkta yenilmesinin yeteceğini düşünmeleri, eski Başkan’a karşı siyasi algılanabilecek bir legal sürecin başlatılmasına gerek olmadığı kanaatinin yayılmasına neden oldu.
Sonraki süreçte Trump’ın adeta küllerinden yeniden doğarak Cumhuriyetçi Parti’nin tek lideri haline geldiğini gösterdiği bir süreç yaşandı. New York Güney Bölgesi savcılarının ve federal savcıların Trump’a karşı davaları açmakta hem tereddüt etmeleri hem de geç kalmaları, Cumhuriyetçilerin eski Başkan’a karşı açılan her davayı siyasi olarak damgalamasına yardım etti. Kendisine karşı açılan davaların Biden yönetiminin kumpası olduğunu savunmakta mahir davranan Trump, taraftarları gözünde sistemle savaşan ve yenilgiyi asla kabullenmeyen bir figür olarak algılanıyordu. Demokratlar onu seçim sonuçlarını kabullenmediği için Amerikan demokrasisine karşı bir tehlike olarak gösterirken, Trump taraftarlarını onlar için savaşırken sistemin mağduru haline gelen bir siyasetçi olduğuna inandırmayı başarıyordu.
Başkan yardımcısı adayı Walz’ın Trump’ı ‘’faşist’’ olarak tanımlaması ve Harris’in de Trump’ın söylemlerinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatması anti-Trump cephe için anlamlı olabilir ancak ne bağımsızlar ne de Cumhuriyetçiler açısından yeni sayılmaz. Trump bunu 2016 seçim kampanyası döneminden beri yapıyor. Herhangi bir konuda en aşırı tezleri ortaya atarak sisteme savaş açtığı mesajını veren Trump, tartışmanın ana hatlarını belirleme stratejisinde çoğunlukla başarılı oldu. Demokratların içimizdeki düşmanlar ifadesinden anladıklarıyla Trumpçı Cumhuriyetçilerin anladıkları birbirine taban tabana zıt olunca, karşı tarafın aşırı söylemlerini mahkûm etmeye çalışmak pek de etkili olmuyor. Harris kampanyasının Trump’tan korkutma çabasının kritik seçmen gruplarında da (siyahi erkek seçmen gibi) karşılığı olmadığı söylenebilir. Harris kampanyası, seçimlere üç haftadan az bir süre kala, korkutma stratejisinin ötesine geçerek kitleleri heyecanlandıracak adımlar atamazsa Trump’ın etkisini kırmakta zorlanacak.
[Yeni Şafak, 16 Ekim 2024]