Son günlerde Suriye’nin kuzeybatısında, özellikle Halep ve İdlib bölgelerinde, çatışmalar yoğunlaştı. Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) öncülüğündeki muhalif gruplar, Halep’in batı kırsalında Esed rejimine karşı geniş çaplı operasyonlar düzenleyerek stratejik noktaları ele geçirdi. HTŞ ve müttefikleri, 27 Kasım 2024’te Halep’in batı kırsalında başlattıkları operasyonlar sonucu El Ragib Tepesi, Kuptan Dağı, Debbabat Tepesi ve Ancara beldesi gibi stratejik bölgeleri ele geçirmenin yanında 46. Liva üssü dahil olmak üzere toplam 32 köy ve noktanın kontrolünü sağladı. Bu ilerleyiş, muhaliflerin Halep kent merkezine yaklaşık 5 kilometre kadar yaklaşmalarına olanak tanıdı. Operasyonlar sırasında, HTŞ güçleri rejime ait ağır silah ve askeri araçları ele geçirirken, onlarca rejim askerini de esir aldı. Dolayısıyla Suriye sahasında devrimin başından bu yana muhalifler en büyük ilerleyişi kaydediyor. Bir diğer deyişle 2020’den bu yana durağan bir görünüm sergileyen çatışma hatları, dört yıl aradan sonra ilk kez önemli bir şekilde yeniden şekillenmiştir.
Suriye’de son günlerde yaşanan gelişmeler, ülkenin kuzeybatısındaki dengelerin hızlı bir şekilde değiştiği ve iç savaşın yeni bir safhaya geçtiği bir dönemi işaret etmektedir. Heyet Tahrir eş-Şam liderliğindeki muhalif grupların Halep ve çevresindeki hızlı ilerleyişi, Esed rejimi için ciddi bir zemin kaybı anlamına gelmektedir. Rejimin askeri güçlerinin Halep’ten geri çekilmesi ve muhaliflerin ilerleyişi, yalnızca sahada değil, aynı zamanda Suriye’nin siyasi geleceği üzerinde de derin etkiler yaratabilecek niteliktedir.
Tüm Dengeler Değişiyor
Bu operasyonların zamanlaması dikkat çekicidir; özellikle Rusya’nın Ukrayna savaşı ve İran’ın Hizbullah ile İsrail arasında yoğunlaşan krizlerle meşgul olduğu bir döneme denk gelmesi, rejimin askeri zafiyetlerini daha belirgin hale getirmiştir. Rejimin, HTŞ ve diğer muhalif grupların bu ani ilerleyişine karşı yeterince direnç gösterememesi, sahadaki güç dengelerinin ne derece kırılgan olduğunu gözler önüne sermektedir. Dahası, rejimin zayıflığı üzerine ortaya atılan darbe girişimi iddiaları, Esed’in iç politikadaki meşruiyet ve kontrol alanını daha da sorgulanır hale getirmektedir.
Halep ve İdlib hattındaki bu gelişmeler, Suriye’nin jeopolitik denklemini ve uluslararası aktörlerin stratejilerini yeniden şekillendirebilir. Türkiye’nin güvenlik endişeleri, Rusya’nın ve İran’ın Esed rejimine verdikleri desteğin sınırları ve ABD’nin bölgedeki çıkarları, bu yeni dinamiklerin belirleyici unsurları olacaktır. Sonuç olarak, Halep’teki çatışmalar, yalnızca Suriye içindeki dengeleri değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası güçlerin Suriye politikasını da derinden etkileyebilecek bir dönüm noktasını temsil etmektedir.
Şam Uzatılan Eli Tutmayınca…
Türkiye’nin, Suriye’nin İdlib bölgesinde yaşanan son gelişmelere dair resmi açıklamaları, çatışmaların ve operasyonların doğrudan bir parçası olunmadığı, ancak sürecin dolaylı biçimde yönetildiği bir pozisyonu işaret etmektedir. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli’nin yaptığı açıklamada, Türkiye’nin İdlib ve çevresinde sükunetin korunmasını öncelik olarak belirlediği ifade edilmiş, rejim güçlerinin ve terör örgütlerinin saldırılarının Astana Mutabakatı’nın ruhuna zarar verdiği vurgulanmıştır. Türkiye’nin, bu saldırıların durdurulması için taraflarla temaslarda bulunduğu ancak sonuç alınamadığı belirtilmiş, bu bağlamda muhaliflerin düzenlediği operasyonun defansif bir tavırla gerçekleştirildiği ima edilmiştir.
Halep’teki operasyonların, özellikle HTŞ ve diğer muhalif grupların saldırılarına odaklanması, rejimin ve PKK-PYD unsurlarının ateşkesi ihlal eden eylemlerine bir tepki niteliği taşımaktadır. Araştırmacılara göre, operasyonun planlandığı ortak operasyon odası, geniş bir Suriyeli muhalif koalisyon tarafından yönetilmektedir. Bu koalisyonun lider kadrosunda Astana görüşmelerine katılmış muhalif temsilcilerin yer alması, Türkiye’nin dolaylı bir rol oynadığına dair iddiaları güçlendirmektedir. Türkiye’nin bu süreçte somut bir askeri müdahalede bulunmamasına karşın, rejimle yürütülen normalleşme sürecinde sonuç alınamaması ve rejimin sahadaki kırılganlığı, Türkiye’nin muhaliflere alan açmış olabileceğini göstermektedir.
Halep Operasyonu’nun, beklenmedik anda gerçekleşen geniş çaplı bir harekat olması ve 7 Ekim’deki “Aksa Tufanı” operasyonuna benzer şekilde düzenlenmesi, rejim açısından ciddi bir meydan okuma anlamına gelmektedir. Şam’da yaşandığı iddia edilen darbe girişimi ve rejimin kontrol kaybı, operasyonun rejim üzerindeki baskısını artırmıştır. Türkiye’nin bu bağlamda yeşil ışık yaktığı yorumları, sahadaki gelişmelere dair resmi olmayan söylemlerle desteklenmektedir. Bu durum, Türkiye’nin bölgedeki diplomatik ve askeri stratejisinin karmaşık yapısını bir kez daha ortaya koymaktadır.
İdeolojik Manipülasyonla Karşı Karşıyayız
Türkiye’de Halep’in rejim ve İran destekli milislerden özgürleştirilmesi meselesi, toplumda farklı ideolojik ve siyasi çevrelerde oldukça tartışmalı tepkilere yol açmıştır. Özellikle rejim yanlısı olarak nitelenen bazı kesimler, bu gelişmeyi eleştirmek için yoğun bir kara propaganda sürecine girişmişlerdir. Bu gruplar arasında kendilerini seküler ve Kemalist olarak tanımlayan isimler, rejimi destekleyen analizler yaparken, muhalif grupları ABD destekçisi olmakla yaftalamışlardır. Benzer şekilde, İslam düşmanı aşırı sağcı popülist milliyetçi gruplar ve İran yanlısı “ümmetçi” olarak adlandırılan çevreler de rejimin karşısında yer alan muhalifleri itibarsızlaştırma çabası içinde olmuştur. Bu gruplar, muhaliflerin meşruiyetini sorgulamak için ABD’nin Suriye’deki çıkarlarını işaret ederek, olayı komplo teorileri çerçevesinde ele almış ve muhalifleri bölgesel denklemin bir parçası olmaktan çok dış güçlerin piyonu gibi göstermeye çalışmıştır. Bu durum, Halep’in özgürleştirilmesini ele alan analizlerin ciddi bir bilgi kirliliği ve ideolojik manipülasyonla şekillendiğini ortaya koymaktadır. Ancak sahadan edinilen veriler, Türkiye’nin bu süreçte rejim karşıtı güçlere dolaylı bir destek verdiğini ve bu desteğin, Filistin meselesi dahil olmak üzere Türkiye’nin bölgedeki politikalarını yeniden tanımlamak için kritik bir rol oynadığını göstermektedir.
Ankara-Moskova Hattı
Halep’in özgürleştirilmesi, Suriye’nin kuzeybatısında mevcut statükonun önemli ölçüde değişmesine yol açarken, Türkiye-Rusya ilişkileri ve bölgesel dinamikler üzerinde de derin etkiler yaratabilir. Bu gelişme, yalnızca Halep ile sınırlı kalmayıp, Suriye’nin diğer bölgelerinde de güç dengelerinin yeniden şekillenmesine zemin hazırlayabilir. Bu bağlamda öne çıkan ilk gelişme sürecin Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceğidir. Türkiye ve Rusya’nın 2019’da garantörlüğünü üstlendiği ateşkes anlaşmasının ihlal edilmesi, her iki ülke arasındaki koordinasyonun zayıflamasına yol açabilir. Türkiye’nin, muhaliflerin ilerleyişine dolaylı destek verdiği iddiaları, Rusya’nın güvenlik kaygılarını artırabilir ve taraflar arasında yeni gerilimlere neden olabilir. Fakat iki ülke arasında icra edilen telefon trafiği ve diplomatik adımlar Türkiye-Rusya arasında Halep’in özgürleştirilmesinin şimdilik bir krize dönüşmediğini, kısa vadede ikili ilişkilere olumsuz yansımayacağına işaret olarak okunabilir. Diyalog mekanizmasının açık tutulması ve Rusya’nın Ukrayna’ya odaklanması, ilişkilerde Halep merkezli bir meydan okumanın olmayacağı yönündeki argümanı güçlendirmektedir.
Arap Devrimleri Yeniden Tartışmaya Açılabilir
İkinci olarak sürecin yerel yansımaları kritik önemi haizdir. Halep’te muhaliflerin kontrol sağlaması, rejim otoritesine yönelik ciddi bir meydan okuma niteliğindedir ve bu durumun Şam’a kadar uzanabilecek geniş çaplı bir etkisi olabilir. Rejimin zayıflaması, muhaliflerin Şam yakınlarında daha cesur operasyonlar düzenlemesini teşvik edebilir. Ayrıca, bu gelişme İdlib, Hama ve Lazkiye kırsalında da yeni operasyonların önünü açabilir. Dolayısıyla Suriye özelinde Halep’in özgürleştirilmesi süreci yerel denklemler bağlamında yeni bir güç dengesi oluşturmuştur. Benzer şekilde Ortadoğu açısından da Halep’in özgürleştirilmesi, Arap devrimlerinin tekrar tartışmaya açılacağı, rejimlerin güvenliklerinin sarsılacağı yeni bir atmosfer ortaya çıkarabilir.
İran ve Rusya
Üçüncü olarak Halep’in özgürleştirilmesi, Suriye özelinde aktif olan aktörlerin planlama ve hesaplamalarına siyasi ve stratejik biçimde yansıyabilir. Halep’ten başlayan, Suriye muhalefetinin askeri ilerlemesi, İran ve Rusya’nın bölgedeki rollerini yeniden değerlendirmesine neden olabilirken, Türkiye’nin rejimle normalleşme arayışlarını bir kenara bırakmadan askeri dengeleri lehine çevirme noktasında elini güçlendirmektedir. Halep’in muhalifler tarafından özgürleştirilmesi, Suriye’nin kuzeyinde yeni bir diplomasi ve çatışma dinamiği oluşturmuştur. Bu durum rejimin kırılganlığını yerel ve bölgesel ölçekte daha görünür hale getirmiştir. Bu bağlamda Halep ile başlayan Suriye’nin özgürleştirilmesi senaryosu, Suriye’de rejim lehine bir çözüm olmayacağı, Rusya ve İran tarafından desteklense de Esed rejiminin Suriye halkı ve bu halkı temsil eden silahlı yapılar tarafından istenmediği gerçeğini bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
Gelecek Senaryoları
Sonuç olarak Suriye’de Halep merkezli son dönemde yaşanan gelişmeler, hem Türkiye-Rusya ilişkileri hem de Türkiye’nin ABD ve bölge ülkeleriyle olan ilişkileri bağlamında kritik bir döneme işaret etmektedir. Türkiye ve Rusya arasındaki ‘özel ilişki’ dinamikleri, tarafların farklı önceliklerine ve bütün güvenlik merkezli meydan okumalara rağmen varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Türkiye, Suriye’deki istikrarı ve kendi güvenlik çıkarlarını öncelerken; Rusya için rejimin devamı ve Hmeymim üssünün güvenliği stratejik bir öneme sahiptir. Mevcut çatışmalar bu stratejik çıkarları tehdit etmediği için Türkiye ve Rusya arasındaki iş birliğini bozan değil, aksine masada yeni bir statüko arayışını teşvik eden bir nitelik taşımaktadır.
ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler ise bu bağlamda daha karmaşık bir zemine oturmaktadır. Trump’ın başkanlığında ABD’nin PKK/PYD desteğinin 2025 itibarıyla zemin kaybedeceği senaryosunda Türkiye’nin Suriye’de ilerlemesinin kolaylaşacağı beklenebilir. Öte yandan Türkiye’deki bazı medya organlarının ve yorumcuların Halep’in özgürleştirilmesi ve devamında cereyan eden bu gelişmeleri, ABD’nin İsrail’e destek planının bir parçası olarak nitelendirmesi, daha çok iç siyasi tartışmaların bir yansımasıdır. Bölgedeki grupların Hamas’a sempati gösteren sembolleri ve söylemleri ise bu tür iddiaları zayıflatmaktadır. Türkiye’nin bölgedeki diplomatik ve askeri varlığı hem rejim karşıtı muhalifleri destekleme hem de bölgesel dengelerde bir dengeleyici güç olma rolünü sürdürmektedir.
Geleceğe yönelik senaryolarda, Suriye devriminin rejim aleyhine askeri yollarla yeniden şekillenmesi ihtimali güçlenmektedir. Devrimlerin uzun vadeli bir süreç olduğu ve rejimin köklü değişiminin zamana yayılacağı birçok uzman tarafından dillendirilmektedir. Bölgesel güçlerin, bu süreçte kendi çıkarlarını koruyarak yeni dengeler kurması muhtemeldir. Türkiye’nin diplomatik ve askeri çabalarının, bölgenin geleceğinde belirleyici bir rol oynayacağı ise açıktır.
[Yeni Şafak, 2 Aralık 2024]