9 Haziran 2014 günü Anadolu Ajansı’nın “Özel okullara ‘akreditasyon’ sistemi geliyor” başlıklı haberine göre, Milli Eğitim Bakanlığı, Özel Öğretim Kurumları Yönetmelik Taslağı hazırlamış. Bu taslağın hayata geçirilmesi durumunda, hem mevcut özel okullara hem de dershanelerden dönüşen yeni özel okullara ilişkin bir takım teşvikler düşünülüyor.
Habere göre, yönetmeliğin yayımlanmasının ardından özel okullar, fiziksel kapasite, yönetim-organizasyon, eğitim-öğretim süreçleri ve destek hizmetleri standart alanlarına göre A, B ve C şeklinde akredite edilecek. Akreditasyon süreçlerinde Bakanlığın yanında STK’ların da yer alması öngörülüyor. Taslağa göre özel okulların sadece akademik alanda değil, sportif ve kültürel alanlardaki etkinliklerinin de değerlendirilmesi düşünülüyor.
Sonuçta, altyapısı ve hizmetleri daha iyi olan okulların daha yüksek not alması ve böylece daha fazla teşvik alması öngörülüyor. Örneğin, vergi muafiyetinden A grubu okulların 12 yıl, B grubu okulların 8 yıl, C grubu okulların
4 yıl yararlanması düşünülüyor.
Peki, öngörülen bu yeni sistemi nasıl değerlendirmek lazım?
MATTA ETKİSİ
Henüz ayrıntılarını tam olarak bilmediğimiz bir taslak söz konusu. Ayrıntılar netleştikçe, daha kapsamlı değerlendirme yapmamız mümkün. Ancak, öngörülen teşvik sistemini okurken aklıma ister istemez sosyoloji literatüründe geçen Matta Etkisi (Mathew effect) geldi.
Matta etkisi, zenginin gittikçe daha zengin olduğu, fakirin ise gittikçe daha fakir olduğu bir olayı anlatmak için kullanılır. Bu terim, ilk olarak sosyolog Robert Merton tarafından kullanılmıştır. Merton, terimin ismini koyarken Matta İncili’ndeki bir cümleden esinlenmiştir: “Çünkü kimde varsa, ona daha çok verilecek ve o bolluk içinde olacak. Ama kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacak.”
Amerikalı filozof ve eğitimci E.D. Hirsch, Matta etkisinin özellikle zengin ve fakir ailelerden gelen öğrencilerin eğitimsel başarısını açıklamak için kullanır (bkz. The Knowledge Deficit: Closing the Shocking Education Gap for American Children, Mariner Books, 2007). Hirsch, zengin ailelerden gelen çocukların kelime dağarcığı itibariyle okula daha hazır geldiğini ve okula daha hazır gelenlerin okumayı daha çabuk çözdüğünü, okumayı ilerlettikçe de, okuduklarını daha çok anladıklarını, daha çok anladıkça da daha çok okuduklarını ve böylece fakir ailelerden gelen çocuklarla aralarındaki farkları gittikçe açtıklarını anlatır.
DÖNÜŞÜMÜ KOLAYLAŞTIRMAK
Sanıyorum Matta etkisinden bahsetmemin sebebi ve öngörülen teşvik sistemine nasıl baktığım buraya kadarki açıklamalarımdan anlaşılmıştır. Öngörülen teşvik sistemi, fiziksel ve eğitimsel altyapısı zaten avantajlı durumda olanlara daha çok yarayacak bir sistem gibi görünüyor. Oysa bu okullar, teşviğe en az ihtiyacı olan okullar!
Özellikle dershanelerin dönüşümü dikkate alındığında, en dezavantajlı ve özellikle altyapısını henüz kuramamış okulları daha çok desteklemeyi hedefleyen bir teşvik sistemine daha çok ihtiyaç görülüyor. Özel okul sayısını da ancak böyle bir yaklaşımla artırabiliriz.
Aksi takdirde, zaten seçkin bir azınlığa hitap eden ve şartları çok iyi olan mevcut çok sayıda özel okulu diğer okullara göre daha çok desteklemenin, kamunun bir sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum. Yine de, MEB’in özel okullara destek olmak amacıyla teşvik sistemleri üzerine çalışması, olumlu bir adım. Bununla birlikte, düşünülen teşviklerin bence olgunlaştırılmasına ihtiyaç var.
Ayrıca, hemen her konuda devlet tarafından denetlenen ve kısıtlanan özel okulları akredite etmek anlamlı mı? Özel okullar açılırken, örneğin, belli bir asgari büyüklükte sınıf, merdiven, bahçe vb. isteniyor. Zaten bu büyüklüğe ulaşmayanların başvurusu onaylanmıyor. Başvurusu MEB tarafından onaylananların yani bir tür ön-akreditasyondan geçen özel okulların sınıf, bahçe, vb. büyüklüklerine göre ayrıca bir derecelendirmesinin MEB tarafından yapılması ne derece anlamlı olur? Bunu genişçe tartışmak lazım.
[Star, 12 Haziran 2014]