DEAŞ’ın Suriye ve Irak’taki saha hakimiyeti eridikçe, DEAŞ sonrası bölge tartışmaları daha da anlam kazanıyor. Bu tartışma büyük oranda DEAŞ’ın ortadan tamamen kaldırıldığı bir senaryo üzerinden yürüse de, söz konusu örgüt ve diğer Selefi-cihadi akımların yeni şartlara adapte olabilme yetenekleri “DEAŞ sonrası” diye tarif edilen, saha hakimiyetinin minimize edildiği dönemde dahi DEAŞ’ı veya türevlerini konuşmak zorunda kalacağımız gerçeğine işaret ediyor. Diğer bir deyişle DEAŞ’ın tümüyle ortadan kaldırılması fazla iyimser bir yaklaşımın ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebepten DEAŞ sonrası döneme dair analizleri söz konusu örgüt veya Selefi-cihadiliğin farklı formlarda devam edeceği ihtimali üzerinden yapmakta fayda vardır.
Aslında DEAŞ sonrası dönemin hususiyetleri an itibarıyla şekillenmektedir. Suriye ve Irak’ta örgüte karşı yürütülen mücadelenin tabiatı, kapsam ve gidişatı DEAŞ sonrası dönemi büyük oranda netleştirecektir. Fırat Kalkanı Harekatı’nın coğrafi sınırının neresi olacağı, PKK’nın Suriye ve Irak’taki saha hakimiyetini ne kadar genişleteceği veya kaybedeceği, Şii milislerin Irak ve Suriye’deki statülerinin ne olacağı, Irak’taki güç paylaşımının etnik ve mezhepsel bloklar arasında nasıl yapılacağı, Esed rejiminin ne ölçüde ayakta kalacağı, İran’ın Suriye ve Irak’taki nüfuzunun hangi noktalara varacağı, Rusya’nın nasıl bir Suriye görmek isteyeceği ve ABD’nin Irak ve Suriye’deki varlığının hangi boyutlarda devam edeceği sorularının cevapları, DEAŞ sonrası bölgeyi şekillendirecek ana dinamikler olacaktır. Bu anlamda öngörülebilecek tek bir DEAŞ sonrası dönem senaryosu yoktur. Daha ziyade mevcut operasyon ve politikaların şekillendireceği ve farklı yapılarda karşımıza çıkabilecek DEAŞ sonrası dönemler vardır. Mevcut operasyon ve politikaların gidişatı ise DEAŞ sonrası dönemin DEAŞ’sız bir dönem olmayacağını göstermektedir.
DEAŞ şu anda saha hakimiyetini Suriye’de Rakka ve Deyrizor, Irak’ta ise Musul, Tel Afer ve Havice civarından Suriye sınırına doğru yoğunlaştırmaktadır. Musul ve Kuzey Halep’in temizlenmesi sonrasında dahi oldukça geniş bir coğrafyada varlığını devam ettirecek olan DEAŞ, bu iki ülkede birçok avantaja sahiptir. Bu terör örgütüyle mücadelenin Musul operasyonu veya Fırat Kalkanı’yla bitmeyeceği gerçeğinden hareketle DEAŞ sonrası dönemi öngörebilmek için dünya kamuoyunun biraz daha zamana ihtiyacı vardır. Yine de aşağıda sıralayacağımız avantajların hakkıyla analiz edilmesi DEAŞ sonrası dönemin nasıl şekilleneceğine dair kuvvetli ipuçları verecektir.
Kaos ve Çatışma DEAŞ’ı Besliyor
DEAŞ’ın Suriye ve Irak coğrafyasındaki en büyük avantajı devam eden kaos ve çatışma ortamıdır. DEAŞ metodolojisi gereği kaos ortamlarında gelişen ve yapısallaşan bir örgüttür. Irak ve Suriye’de bu kadar yayılmasının başlıca sebebi de bu iki ülkede de merkezi otoritenin çökmüş olması ve toplumsal, mezhepsel ve etnik çatışmaların yaygınlık kazanarak derinleşmesidir. Kaos ortamı DEAŞ’a çatışma yoluyla direnme, toprak kazanma ve mevcut topraklarını tahkim etme gücü verdiği gibi militan ve mühimmat bulma ve transfer etme konularında da kolaylık sağlamaktadır. Her iki ülkede sıcak çatışmalar sona erse de kaosun devam etmesi kaçınılmaz olacaktır. Zira bu iki ülkede yeniden kurulmak zorunda olan devlet kurumları, aşırı silahlanma, hayatını kaybeden yüz binlerce insanın yarattığı hafıza ve tüm dengeleriyle oynanmış sosyal dokular var. Böylesi bir ortamda DEAŞ’ın Irak’taki “Sehve” yıllarını andırırcasına yer altına çekileceğini ve tekrar gün ışığına çıkmak için fırsat kollayacağını söyleyebiliriz.
Irak ve Suriye’de çatışan aktörlerin matrisi de DEAŞ’ın en büyük avantajlarından biridir. Suriye’de en güçlü blok olan Esed-İran-Rusya üçgeni DEAŞ’la mücadeleyi öncelemediğinden dolayı örgüt diğer aktörlere karşı yoğunlaşabilme fırsatına sahiptir. Diğer bir deyişle DEAŞ, her iki ülkede de “iktidar”ın muhalifleri eritmesi için kullanışlı bir araçtır. DEAŞ daha çok yıpranmış muhalifler ve demografik derinliğe sahip olmayan YPG ile savaşmaktadır. Suriye’de DEAŞ’la mücadeleyi Fırat Kalkanı bileşenleri kadar önceleyen bir yapı yoktur. Diğer aktörlerin kendi genişleme stratejilerine yoğunlaşmaları, organize ve entegre bir DEAŞ’la mücadele stratejisinin kurulmasını engellemektedir. Irak’ta ise merkezi hükümet ve Şii milisler, DEAŞ’la mücadeleden ziyade bu görüntünün verdiği meşruiyet ve politik manevra kabiliyetini önemsemektedir. Merkezi hükümetin obsesif Türkiye açıklamaları da bunun bariz bir göstergesidir. Bu durum kullanım değerini kaybetmedikçe DEAŞ sonrasındaki dönemde de bölge örgütün kalıntıları ve türevleriyle baş başa kalacaktır.
DEAŞ’ın bir diğer avantajı ise militan havuzunun çekirdeğini oluşturan kesimin mesiyanik beklenti ve motivasyonla oldukça adanmış bir psikolojiye sahip olmalarıdır. DEAŞ’ın kayıpları sonrası kopmalar yaşanırken bu çekirdek ekip büyük oranda bağlılıklarını ve adanmışlıklarını sürdürecektir. Bu psikolojik hazırlığa Afganistan, Bosna, Irak, Yemen ve Libya gibi ülkelerde edinilen savaş deneyimi de eklenince karşımıza oldukça etkin bir savaş gücü çıkmaktadır. İstihbarat konusunda Saddam dönemi istihbaratçılarından Hacı Bekir’e uzanan kurumsallaşma, o dönemin subaylarının örgüte kazandırdığı taktiksel ve stratejik manevra kabiliyeti, stoklanan mühimmat ve finansal kaynak ile DEAŞ, Irak ve Suriye’deki varlığını değişik form ve ebatlarda koruyacaktır.
DEAŞ’la mücadelenin metodu da örgütün hanesine bir avantaj olarak yazılmaktadır. DEAŞ ile mücadelede hem askeri metotların ısrarla sürdürülmesi hem de örgütü var eden sebeplerle yüzleşilmesi gerekmektedir. Örgütün Zerkavi’den günümüze değin yaşadığı dönüşüm sürecinin işaret ettiği en bariz nokta baskı, mezhepsel ayrımcılık, katliamlar ve dış müdahale gibi süreçler devam ettiği müddetçe DEAŞ ve türevlerinin neşvünema bulacaklarıdır. Çünkü bu süreçler radikalleşmenin ilk adımlarını oluşturmakla birlikte DEAŞ ve türevlerine radikalleşme temayülü içerisinde olan kitle nezdinde varlık sebebi kazandırmaktadır. Örneğin Esed rejiminin katliamları ve Irak merkezi hükümetindeki Şii dominasyonunun devam ettiği, ABD’nin YPG/PKK eliyle Suriye’nin demografik gerçeklikleriyle oynadığı ve insani krizin bitirilmediği bir ortamda DEAŞ’ın radikalleşmesi ve militan kazanımı da devam edecektir.
DEAŞ Sonrası Dönemin Sıkıntıları
Kısa sürede çok geniş toprakları kontrol eder hale gelmesi ve devletleşme sanrısına kapılıp düşman saflarını sıklaştırması DEAŞ’ın en büyük dezavantajlarından bir tanesidir. Kısıtlı sayıdaki militanla, Irak sınırından Suriye’nin içlerine kadar uzanan geniş bir toprak parçasını; muhalif gruplara, YPG/SDG gibi yapılanmalara, Peşmerge’ye, Merkezi Hükümete, Şii milislere, Türkiye’ye ve uluslararası koalisyona karşı uzun süreli müdafaa etmesi oldukça zordur. Bu sebepten dolayı saha hakimiyeti eriyen, eridikçe “devlet” formasyonundan örgüte evrilen ve enerjisini Suriye ve Irak coğrafyasının dışına da yoğunlaştıran bir DEAŞ profili beklenmektedir. DEAŞ katı ideolojik formasyonuna rağmen kendini dönüştürme konusunda oldukça kıvrak bir yapıya sahiptir. Mesiyanik gruplar kehanetlerin çökmesi durumunda bile hayatta kalmaları ve iddialarını devam ettirmeleriyle bilinir. DEAŞ da Suriye ve Irak’taki toprak hakimiyetinin erimesi durumunda örgütsel anlamda dönüşümler geçirecek, birikimi ve yapısı gereği özellikle bu iki ülkede değişen ölçeklerde bir tehdit unsuru olma özelliğini koruyacaktır. Yeni şartlar DEAŞ’ın yurt dışındaki hücrelerini daha da aktive etmesine ve Ankara, Brüksel, Paris saldırıları gibi eylemlerin tekrarıyla yeniden gündeme gelmek istemesine sebep olacaktır. Kendi ülkelerine geri dönen yabancı savaşçılar fenomeni Irak ve Suriye dışında yaklaşık 80 ülkenin uğraşması ve çözüm bulması gereken daha büyük bir sorun oluşturacaktır. DEAŞ ise örgütün ideolojisini var eden siyasi, ekonomik ve dini şartlarla hakkıyla yüzleşilmeden farklı isim ve formlarda terör faaliyetleri, kaos yaratma girişimleri ve Haziran 2014’te Musul’un işgali ile birlikte ulaştığı güç zirvesine tekrar ulaşma çabalarını sürdürecektir.
[Kriter, 1 Kasım 2016].