Bundan üç ay önce Michael Rubin gibi tipler darbe lafını ettiğinde hepimiz çok sinirlendik. Bu tip adamların bir provokasyon peşinde olduklarını düşündük. Hayal kurduklarını söyledik. Islık çalarak darbe çağırdıklarını hep biliyorduk. Ama bu ıslığa koşanların olacağını bilmiyorduk. Çünkü olabilecek bir şey değildi. Hiçbir mantığı yoktu. Ne siyasal ne toplumsal zemini vardı. Sadece yedi ay önce bir seçim yapılmış ve hükümet tarihi bir rekorla meşruiyetini yenilemişti. Bütün muhalif gruplar kendisini milli iradeye saygısını göstermek zorunda hissediyordu. Darbeye yeltenecekleri teşvik edecek siyasal ve toplumsal bir kırılganlık ve istikrarsızlık yoktu.
Fakat halktan kopuk, milli iradeyi küçümseyen ve içinde bulunduğu toplumu tanımayan, kendi dar örgüt üyeleri dışında insanlarla bağlantısı tam bir sahtekarlık üzerine dayanan FETÖ bu çılgınlığa kalkıştı.
Bu grup, tarihi boyunca bu ülkenin insanlarını himmet adı altında sömürülecek, siyasal zeminde kullanılacak ve toplumsal olarak göz ardı edilebilecek kalabalıklar olarak gördü. Her zaman bir asalak gibi iktidarların kuyruğuna takılarak onların dolduramadığı alanlara virüs gibi yapıştılar. Hep başardıklarına inandılar. Hep daha fazlasına tamah ettiler. Ülkede kendi kontrollerinde olmayan sivil toplum örgütlerine bile tahammülleri yoktu. Bunlardan bahsederken nefret gözlerinden okunuyordu. Toplumun diğer geniş kitleleri bunların örgütlü takiyesini sorunsallaştırmadığı için yayıldıkça yayıldılar. Fakat ne kadar yayılırsa yayılsınlar bu toplum üzerinde etkili olmayacaklarını defalarca gördüler. İki kez farklı yöntemlerle başka türlü darbeler denediler. Seçimler öncesi türlü çirkinlikler yaptılar. Çünkü millet iradesine ipotek koyabileceklerinden hiç şüpheleri yoktu. Fakat her seferinde başarısız oldular. Çünkü içinde bulundukları toplumu hiç tanımadılar.
Onlar hep güçlünün kuyruğuna takılarak güçlenebileceklerini düşündüler. Bu mantığa göre gücün kaynağı millet değil uluslararası etkinlikti. Dışarıda öyle bağlantıları vardı ki içeride başaramayacakları şey yoktu. En azından “abileri” öyle düşünüyordu. Zaten her şeyi o “abiler” söylerdi. Kiminle evleneceklerini, çocuklarına hangi ismi vereceklerini veya ana-babalarına ziyarete gidip gidemeyeceklerini o yarım akıllı “abiler” söyleyecekti. Onlar sadece yapacaktı. Yıllarca ezberledikleri üç beş basit yöntemi tatbik etmekten başka hiçbir şeyi düşünmediler. “Yanılmaz ve günahsız” hocaları “Uluslararası kamuoyu bizden yana” diyorsa, öyledir! Şüphe duyulmaz! “Biz müjdelendik” dediyse öyledir! Soru sorulmaz! Sadece kendilerine yapması gereken emredilir, onlar da yaparlar.
Bunu bir ay önce konuşsak bazılarına karikatürize edilmiş bir tablo gibi gelebilirdi. Bugün gördük ki orgeneral seviyesine gelebilmiş tipler bile bu mantığın dışında değilmiş. Önünü arkasını düşünmeden bir intihar saldırısına girişebilecek kadar körmüş. Sivil vatandaşa ateş açmaktan tutun da ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı’na ölüm timi göndermeye kadar, millet iradesinin simgesi Meclisi bombalamaktan tutun da keskin nişancı ile masum sivilleri avlamaya kadar. Sınır yok, izan yok.
Ne için? Sorsanız, söyleyemezler. Abilerine sormaları lazım. Aslında muğlak olarak hepsi bilir, her şeyi istediklerini. Fakat her şey nedir? Her şey somut bir cevap değildir. Sonra ne olacak? O da belli değil. Zaten bunlara cevap vermek de gerekmez. Çünkü bu örgüt böyle kuruldu. Böyle bir mantıksızlık üzerine kurulduğu için bu derece güçlendi fakat yine aynı mantıksızlık yüzünden çöküyor.
Başarısız Yıldırım Harekatı
Bu üçüncü darbe teşebbüsleri. Daha öncekilerde de, bu kez de uzun uzun plan yapmışlar. İlk ikisinde de hedeflerine ulaşamadılar, bu kez de. Nasıl yapacaklarına dair ezberleri ne yapacaklarını bilmeye yetmiyor. Halbuki bu tür operasyonlar stratejik hedefleri önceleme becerisi gerektirir. Fakat hayatta hiçbir hedefini kendi belirleyememiş iradesizler stratejik öncelik de belirleyemezler. Standart operasyon prosedürlerini ezbere bilirler ama düzensiz ortamların kararını alamazlar.
Sözümona bir yıldırım harekatı planladılar. Fakat yıldırım harekatının sadece sürat ve küçük birlik kısmını ezberlemişler ve nasıl yapacaklarını çalışmışlar. Yıldırım harekatı planlamalarına rağmen yıldırma harekatlarının saldırı planını takip ettiler. Askeri hedefler düştükçe siyasal hedeflerin yalnız kalacağını ve toplumsal desteğin çökeceğini düşündüler. Köprüleri ve diğer ulaşım araçlarını tutmak yıldırım harekatı değil yıldırma savaşıdır. Mesela yıldırma yapan İngiltere Napolyon’a karşı tüm Avrupa’yı denizden kuşatır, ulaşımı kapatır ve bekler. Yıldırım harekatı yapan Hitler Maginot Hattı ile vakit kaybetmez, doğrudan Paris’e gider. Bu farkı bile görmediler.
Yıldırım hedefe odaklanır, yıldırma ise araçlara. Fakat bunların gözü hep araçlarda. Köprülerde başlattılar operasyonu. Telekom’a koştular, TRT’yi bastılar, CNN Türk’e gittiler, Büyükşehir Belediyesi’ni istediler. Silahlı darbe karşıtı hedeflere özel önem atfetmediler. Emniyet binalarını ele geçiremediler. MİT’e yaptıkları operasyon başarısız oldu. Sonuç olarak hem Ankara’da hem de İstanbul’da emniyet kuvvetleri ele geçirilen yerleri teker teker temizledi. Başbakan ya da bakanlara yönelik operasyon bile başlatmamışlar. Hükümet Çankaya’da tıkır tıkır işledi. Genelkurmay ve kuvvet komutanlarını ele geçirmek demek siyaseti ve toplumu bitirmek demek değilmiş. Bu ülkede gerçek bir siyaset ve gerçek bir toplum varmış. Hükümet saatlerce komutanların yokluğunda çalışmaya devam etti. Sabah Genelkurmay Başkanı kurtarıldığında zaten darbe teşebbüsü fiilen sona ermişti.
Başarısız Olunca Uluslararası “Abileri” Devreye Girdi
Hedefleri sıraya sokamadılar. Hayatları boyunca siyaseti küçümsemiş tipler siyasetin toplum üzerindeki gücünü göremediler. Hedefe ulaşamadıkları her dakika aleyhlerine dönerken, karşılarında strateji ve siyasal hedef belirlemede uzman bir liderlik ve onun iradesini takip edecek bir millet olduğunu göremediler. Küçük ve mobil birlikleri kalabalıkların içinde eridikçe boğuldu. Onlar köprüde beklerken, Erdoğan halkın içine daldı. Hedefi on ikiden vurdu. Sonra bekledi. Vakit FETÖ’nün aleyhine çalışırken, uluslararası “abileri” teker teker dökülmeye başladı. Gönülsüz de olsa, Türkiye’deki hukuk ve demokrasiye desteklerini açıklamak zorunda kaldılar. Bu da aslında içeride direnç arttıkça Türkiye’nin dış müdahalelere bile nasıl karşı koyabileceğini bir kez daha bize gösterdi.
Ordu Yeniden Yapılandırılmalı
Bugün artık devlet FETÖ mensuplarını topluyor. Bunlar etkisiz hale getirildikçe bu örgüt bir tehdit olmaktan çıkacaktır. Fakat bu süreç bize gözü dönmüş cuntacıların her zaman çıkabileceğini gösterdi. Emir komuta sisteminde bir darbe olmasa da cuntalar darbe denemesi yapabilirmiş. Bu nedenle cuntacılıkla topyekun mücadele etmek zorundayız. Bunun için de hem siyasal hem stratejik düzlemde yapılması gerekenler var. Bunların başında da ordunun cuntacılığı caydıracak şekilde yeniden örgütlenmesi geliyor. Bir azınlık grubunun orduya tahakküm etmesini engellemek için cuntalaşma ihtiyacı duymayacak olan siyasal hükümetlerin kontrolüne daha açık hale getirilmesi gerekir. Ordu siyasi kontrolden uzaklaştıkça azınlık gruplarının saldırısına maruz kalır. Stratejik olarak ise yıldırım operasyonu yapma eğiliminde olacak cuntacılara karşı alternatif tedbirler geliştirmek gerekecektir. Mobil ve saldırgan silahlar kullanması muhtemel olan cuntacılara karşı direnecek kurum ve yapıların tanksavar ve füze savunma sistemleri gibi savunmacı silahlarla donatılması gerekir. Ayrıca bu kurumların türü ve sayısı artırılarak stratejik hedef çeşidi ve sayısı çoğaltılmalıdır. Böylece cuntacılar güçlerini bölmek durumunda kalsın ve ülke darbeye maruz kalmasın.
[Kriter, 1 Ağustos 2016].