AK Parti'nin iktidara gelmesini bazı sosyologlar Kemalizmin bir başarısı olarak yorumlamışlardı. Bugün Ekmeleddin İhsanoğlu'nun Cumhuriyet Halk Partisi tarafından aday gösterilmesi ise AK Parti'nin bir başarısı olarak yorumlanabilir. CHP çevreleri tarafından İhsanoğlu'nun muhafazakar kimliğine yönelik yapılan vurgularda "ılımlı," "modern," "Batıya açık" olmasının altı sıklıkla çizilmekte. Bu anlamda AK Parti'den farklı olduğu dile getirilerek, geleneksel CHP seçmenine kendi pozisyonlarının farkı açıklanmaktalar. Ancak bundan on sene önce El-Ezher Üniversitesi'nden yolu geçmiş herhangi bir kişinin bırakın Cumhurbaşkanı olmasını, sıradan devlet memuru bile olamadığı düşünüldüğünde, gelinen bu noktayı her şeyden önce Türkiye'de siyasetin dönüşümü ve normalleşmesi olarak açıklamak gerekmektedir.
Her ne kadar, bugün bazı siyasi analizciler, Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin muhtemel sorunlarını öne çıkarsalar da, bugüne kadar cumhurbaşkanlığı seçimine giden süreçte herhangi bir krizin yaşanmaması çok önemlidir.
Bundan önceki cumhurbaşkanlığı seçimleri bilinçli olarak vesayetçi yapılar tarafından bir "rejim krizine" dönüştürüldü. Ve bu yapay gerilim üzerinden sonuç alınmaya çalışıldı. Devlet iktidarını temsil eden ve "veseyat kurumları"ndan da sorumlu olan bu makam, "rejimin bekçiliği" görevini aynı zamanda siyaseti de kontrol etme üzerinden gerçekleştirdiği için cumhurbaşkanlığı seçimi demokratik bir seçim olmanın ötesinde anlamlar taşımaktaydı.
Bundan önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyasi ve bürokratik aktörlerin dile getirdiği şu söylemler bu anlam hakkında yeterince ipucu veriyor: "Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye'nin değerleri oylanamaz," "AK Parti adayının Çankaya'ya çıkması '80 Yıllık Cumhuriyet'in açıkça kırılma noktasıdır," "Çankaya aydınlık kalacak," "Cumhuriyet'in son kalesini korumak için herkesi göreve çağırıyorum," "Bu türbanı resmileştirme, türbanı Türkiye'nin resmi, anayasal, devlet düzeninin içine yerleştirme mücadelesidir..."
Bugün bu tartışmaların geride bırakılması ve hangi partinin adayının İslam'ı daha iyi temsil ettiği gibi konuların tartışılıyor olması Türkiye'nin siyaset ve zihniyet dönüşümü bağlamında epeyce yol aldığının bir işaretidir.
Muhalefetin aday belirleme sürecinde, Cumhurbaşkanı olacak kişinin özelliklerini sıralarken dile getirdiği, "devleti temsil edecek nitelikte olması, yabancı dil bilmesi, dünyayı tanıması" gibi hususlar Cumhurbaşkanının "rejim bekçiliği"ni yapabilecek nitelikte olması söyleminden hiç değilse daha anlamlıdır. Diğer yandan her gün seçmen kitlelerini "CV"sizlikle suçlayan yapıların seçilecek cumhurbaşkanının sürekli "CV"sini gündemde tutmaları da ayrı bir tartışmanın konusudur.
Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasının ardından cumhurbaşkanlığı makamının halka açılması ve demokratik bir yöne evrilmesi önemliydi. Ancak bu seçimle birlikte yaşanmakta olan gelişme, bizzat cumhurbaşkanlığı kurumunun demokratikleşmesidir. AK Parti iktidarının vesayetçi kurumları dönüştürmede elde ettiği başarının son halkası, cumhurbaşkanlığı seçiminin milli iradeye dayanmasıyla taçlandırılmıştır. Artık Çankaya'ya çıkan tüm cumhurbaşkanları seçimle belirleneceği için devletten daha çok halkın yönelimlerini dikkate almak zorundadır. Böyle bir zorunluluk, yasal olarak cumhurbaşkanının yetkileri değişmese bile, bizzat bu kurumu demokratik yönde değişmeye zorlayacaktır.
Seçilen cumhurbaşkanının, seçildikten sonra, bir sonraki seçimleri düşünmeme ihtimali de yoktur. Çünkü kabul edilsin veya edilmesin, bugün cumhurbaşkanı olacak kişi siyasi partilerin adayıdır. Dolayısıyla da cumhurbaşkanları kendisini aday gösteren siyasal yelpazenin, siyasal pozisyonunu da az ya da çok dikkate almak zorundadır.
[Sabah Perspektif, 28 Haziran 2014]