"Çözüm sürecini başlatan Öcalan'dır" cümlesi sık duyduğumuz, bununla birlikte üzerine çok da kafa yormadığımız bir cümle. Niye yoralım ki? Sürecin muhatabı konumundaki silahlı örgütün liderinin bu süreci başlattığı yargısı çok da yadırganacak bir cümle gibi durmuyor. Bir taraftan da "çözüm olsun, silahlar sussun da, ilk adımı kim atarsa atsın" tarzında bir yaklaşım egemen. Dolayısıyla "çözüm sürecini başlatan Öcalan'dır" önermesi sahip olduğu "siyasal anlam"a rağmen, nötr bir ifade olarak dolaşıma giriyor. Ancak bu, her zaman için geçerli değil. Ne zaman sürecin kırılganlaştığına ilişkin kanaat yükselişe geçse söz konusu önermenin "siyasal anlamı" yeniden hatırlanıyor.
"Çözüm sürecini başlatan Öcalan'dır" cümlesi MHP'den CHP'ye, HDP'den Paralel Yapı'ya kadar AK Parti karşısında muhalefet yapan her kesim tarafından kabul görüyor. Bu, HDP için anlaşılabilir ve hatta yarayışlı bir durum. "Barış sürecini Öcalan'ın başlattığı" vurgusu onlara bir siyasi manevra alanı açıyor. Fakat MHP, CHP ve Paralel Yapı unsurları açısından bu söylemin altının çizilmesi ilk etapta çelişkili bir durum. Zira üç aktör de, AK Parti'yi "Öcalan'ın siyaseti"ne teslim olmakla suçluyor. Farklı ton ve içeriklerle de olsa AK Parti iktidarını "ihanet" parantezine almaya çalışıyorlar.
Peki bu cümleyi dolaşıma sokan kim? Elbette öncelikle HDP'li siyasetçiler ve PKK'lılar. Fakat bu cümleyi siyasi bir önermeye dönüştürenler, Gezi süreciyle birlikte siyasi pozisyonunu Erdoğan karşıtlığına kilitleyen ve bugünlerde hararetli bir Demirtaş hayranlığı geliştirmiş olan yazar ve çizerler. "Çözüm sürecini başlatan Öcalan'dır" önermesi bir "rol çalma" yahut bir "önder miti" yaratmakla ilgili olabilir. Ancak, meselenin bir başka boyutu daha var. O da bu önermeyi kullanarak, Türkiye toplumunun büyük bir bölümü için süreci "sentetik" ve "yabancı" bir süreç olarak kodlamak.
Evet, çözüm süreci ancak ve ancak Türkiye toplumu buna ikna olduğunda gerçekleştirilebilir. Başından beri böyleydi. Çözüm sürecini kim başlattı sorusunun cevabı da burada gizli. Bu ikna meselesini kim sahici bir mesele olarak görüp, onun üzerine bir siyaset inşa ettiyse süreci başlatan ve yürüten odur. Bu isim R. Tayyip Erdoğan'dır.
Erdoğan'ın çözüm sürecinden ne anladığı, ona yüklediği anlam son derece net. Türkiye toplumunda sürecin bu denli karşılık bulmasında Erdoğan'ın bu netliği oldukça merkezi bir unsurdur. Erdoğan, çözüm sürecini Türkiye'nin demokratikleşme gündeminin doğal uzantısı olarak görmektedir. Meselenin etnik milliyetçilik temelinde değerlendirilmesine karşı çıkmaktadır. Terörün bitirilmesini ve silahsızlanmayı temel mesele olarak görmektedir. Bununla birlikte Kürt vatandaşların hak ve özgürlükleriyle ilgili meselelerin elinde silah bulunduran dar, oligarşik bir örgütün tekelinde tutulamayacağını ifade etmektedir. Kürtlerin gördüğü zulümlerin bitirilmesini, 2000 sonrası yaşanan dönüşüme uygun yeni toplumsal sözleşmeye bütün unsurlar gibi Kürtlerin de katılmasını sağlamaya çalışmaktadır.
Bunun karşısında ise PKK-HDP çizgisi muğlak talep ve beklentilerle, süreci tıkamaya ve buradan siyasal güç devşirmeye çalışmaktadır. Önce Arap devrimlerini fırsata çevirmeye çalışan ve büyük bir hezimetle karşılaşan, 2013 Nevruz çağrısı çok açık olduğu halde, "bunların derdi PKK'yı bitirmek" gibi totolojik bir iddiayla çekilmeyi durduran, daha sonra "Gezi fırsatını kaçırdık" itirafçılığına sığınan, Kobani bahanesiyle ülkede iç savaş ortamı oluşturmaya çalışan ve onlarca insanın ölümüne yol açan her kimse, çözüm sürecinin önündeki en büyük engel de odur.
Bilinmesi gereken şudur. Marksist-Leninist bir örgüt refleksiyle, muhayyel bir "militarist devlet" icat edip ona karşı savaş çağrısında ısrar etmek, sadece Türkiye'de değil, bölgede de çok ağır bir zemin kaybına neden olacaktır.
[Sabah, 26 Mart 2015]