Bu hafta DEİK İletişim Komitesi olarak yoğun bir Brüksel programı gerçekleştirdik. DEİK Başkanı Ömer Cihad Vardan ve komitemiz Başkanı Ebru Özdemir eşliğinde, 2,5 günde tam 20 ayrı görüşme gerçekleştirme fırsatı bulmak hakikaten paha biçilmezdi. Gri şehirde mekik dokurken, sayıların da işaret ettiği üzere, öğle yemeği kavramını bile hatırlayamadığımız bir yoğunluk yaşadık. Mamafih, değdi…
Nitekim görüşmeler çerçevesinde ortaya çıkan kritik hususlardan biri, Avrupa'nın Türk ekonomi ve iş çevrelerinden feedback almayı özellikle önemsediğini gözlemlememiz oldu. Murat Özyeğin, Özlem Özyiğit ve Özlem Gökçe gibi iş dünyası temsilcilerini de içeren heyetimiz, Belçika dinamiklerini de barındıran ancak ağırlıklı olarak AB kapsamında şekillenen bir program gerçekleştirirken, ilişkilerin detayları açık yüreklilikle tartışıldı.
Peki, neticede hangi detaylar öne çıktı derseniz, Brüksel izlenimlerimi(zi) aşağıda dikkatinize sunuyorum…
ENDİŞELER
Öncelikle, bol dile getirilen olumsuzluklarla başlayayım. Çıkış noktamız ise, Türkiye ekonomisine güven olsun. Zira hep konuştuğumuz “dış dünyayı ikna etmemiz gereken bir konjonktürden geçtiğimiz” gerçeği, toplantılar boyunca muhataplarımız tarafından açıkça dile getirildi. Bu bağlamda;- 15 Temmuz sonrası, yabancı aktörlerin ekonomik tedirginliklerinin tırmandığı ve istikrardan emin olmak istedikleri bir ortama şahit olmak sürpriz olmadı.
- Tedirginlikleri tetikleyen unsurlar arasında ise, 3 kelime hep en öne çıktı: “Rule of law”. Mütemadiyen “hukukun üstünlüğü” konusuna atfedilen endişeleri işitip, “anlamaya ve anlatmaya” çalıştık. Şu da bir gerçek ki; hukuk mevzuunda almamız gereken yolu hızla kat etmemiz ve iyi izah etmemiz kritik önemi haiz.
- Şöyle söyleyeyim: Hükümetin yatırım ortamını iyileştirici tedbirleri elbette mühim ancak gözlemlediğimiz soru işaretleri, güveni tam tesis etmeden teşviklerin bir yere kadar ilerleteceğinin sinyallerini veriyor. Ve unutmadan ekleyeyim: Yapılan son ilgili reformların da, yaşanan ağır talihsizliklerin gölgesinde kaldığı gibi bir durum göze çarpıyor. Bu konuda daha etkin bilgilendirme yapmanın, temel bir ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim.
- Tetikleyiciler arasında, -çok da taze olması hasebiyle- Moody's'in not indirimi de hukukla yarışacak ölçüde tartışıldı diyebilirim. Bir önceki yazımda belirttiğim “imaj zedeleme” yönündeki menfi etki beklentimin, bu endişelerde baskın karakter çıktığını söyleyebilirim. Öte yandan, Brüksel'de herkesin diline dolanmış olan bu gelişmeye ilişkin soruları, Bruegel'den Parlamento'ya çok sayıda ilgiliye bolca cevaplama imkânı bulmanın ise oldukça faydalı olduğuna şüphe yok.
- Stabiliteye dair bir diğer inanç bozucu mesele ise, olağanüstü hal… Amacı anlaşılmakla birlikte, OHAL'in uzatılması ihtimali Avrupalı ortakları ciddi şekilde irrite ederken, MGK'dan gelen tavsiye uyarınca önümüzdeki dönemde de bu durum sorun edilecektir düşüncesindeyim. O halde ekonomik saikler açısından, en azından şunu belirtmekte fayda var:
- Uzayan bir olağanüstü hal durumunun, mümkün olduğunca kısa ve en azından süresi belirli, net bir şekilde anons edilmesi kritik öneme sahip. Nitekim “belirsizliğin” güven canlanmasını öteleme riski, önemsenmeyecek gibi durmuyor.
- Tabii belki de maalesef en temelde var olan negatif “sentiment” denilen hissiyatı da anmadan geçmemek gerek. Bir şekilde birikmiş olan çelişkiler, yanlış anlaşmalar ve üzerine patlayan darbe girişimine, seçimlerin paniğindeki AB sivrileşmesi de eklenince, kamuoyunda ortaya önyargılarla dolu bir psikolojinin çıktığı anlaşılıyor.
VE FIRSATLAR…
- Öte yandan aslında, darbe girişimine dair kendine geç de olsa geldiğini itiraf eden Avrupa, söz konusu pesimist ruhu dizginlemek için diyaloga gayet açık duruyor. Bu noktada ise, siyasetin yanında işi tatlandıracak ekonomik işbirlikleri başlıklarının, ideal araç olduğunu gözlemliyoruz. Nitekim ekonomik diyalog yoluyla ilişkilere enerji katmanın mümkün olduğunu hissettiren görüşmelerimizde, planlanan ortak çalışmalara büyük önem atfedildiğini müşahede ettik.
- Yanlış algıları minimize etmek ve ortaklıkları artırmak babında, DEİK heyeti olarak Brüksel'de sıkça araladığımız fırsat kapılarından birinin ise altını çizmekte fayda var: 3. ülkelerle işbirlikleri… Gerek AB'li gerekse Belçikalı yetkilileri heyecanlandıran konulardan olan söz konusu fırsat, özellikle “Afrika ve Orta Asya” kapsamında, muhataplarımız tarafından da adlı adınca dillendirildi. Önümüzdeki dönemde bu kapıyı iyice açıp belirgin bir çerçeve çizmekte fayda olacak.
- Köklü meselelere gelirsek de, yukarıdaki bazı endişelerin de taban oluşturduğu bir görünüm dâhilinde, AB'ye üyelik mevzuunun klasik ahesteliğinde ilerlediğine ancak Kıbrıs kilidine dair gözlediğimiz iyimser havanın işleri kısmen de olsa hızlandırabileceği kanaatine kapıldım.
- Ayrıca vize meselesinin beklenenden aksak yürüyeceği aşikârken, çarşamba günü yayımlanan ilgili İlerleme Raporu'nda da görüldüğü üzere, “bizim şartlar da bizim şartlar” diye tutturan bir bakış açısı hâkimiyetini sürdürüyor. Onca ilerlemeye rağmen, malum terörizm maddesi görüşmelerimizde de ezberden okunan ana mesele olurken, er geç geleceği hissedilen vize serbestisine ilişkin “temkinli optimistik” bir ortama şahit olduk diyebilirim.
- Gümrük Birliği'nin (GB) güncellenmesi konusu ise, önümüzdeki dönemin pozitif dinamiklerinden biri olarak beliriyor. Çalışmaların devam ettiği mevcut sürecin 2016 sonunda şekil alması ve yeni yılda müzakerelerin önünü açması, ihtimal dâhilinde görünüyor. GB gelişmelerinin umulduğu gibi gitmesinin ise, Türkiye ekonomisine dair güçlü bir güven sinyali oluşturacağı beklenebilir. Dolayısıyla, müzakerelerin başlamasıyla dahi, bu cepheden artı bir puan gelmesi söz konusu olacaktır.
DEİK heyeti olarak önem verildiğine şahit olduğumuz sivil ekonomi ve iş dünyası destekli diyalogların, sürdürülebilir bir çerçevede yapılması gerekecek. Toplu bir çabayla iletişimi güçlü ve sağlıklı tutabilmek, hiç şüphe yok ki, Türkiye'mize iyi gelecek…
[Yeni Şafak, 30 Eylül 2016].