Yeni Anayasa tartışmaları bağlamında kamuoyu gündemine oturan başkanlık sistemi ile ilgili daha çok siyasi ve hukuki analizler yapılıyor. Oysa dünya ekonomisinin yavaşladığı ve Fed’in faiz artırım sürecine girdiği bir dönemde tasarlanan siyasi model değişiminin belki de en önce ekonomik sistem üzerindeki muhtemel yansımalarını tartışmak gerekiyor. Başkanlık sistemine muhtemel bir geçişin etkilerini iki aşamalı bir değerlendirme ile ortaya koymak şart: Siyasi sistemde yapılacak değişiklikleri netleştirmek ve yeni durumda ekonomi politikalarını tasarlamak; ardından iki sistem arasındaki geçiş sürecinin sorunsuz ve krizlerden uzak gerçekleşmesine odaklanmak. Yani hem yeni sistemin niteliği hem de geçiş sürecinin sıhhati önemli.
Makroekonomik yönetim mimarisinin mevcut yapısı, Başbakanlık altında ekonomiden sorumlu bir başbakan yardımcılığının ilgili bakanlıkları ve bürokratik kuruluşları koordine ettiği bir çatı üzerine oturuyor. Maliye, Hazine ve Merkez Bankası gibi hem kamu finansmanı sağlayan hem de makroekonomik istikrarı koruyan kurumlar ile planlama mirasına sahip Kalkınma Bakanlığı’nın oluşturduğu iç çekirdek, diğer bakanlıklar ve düzenleyici kurumların katılımıyla sofistike bir yönetim mimarisini işletmeye çalışıyor. Bu mimaride bütçe açıklarını düşürmeye odaklı maliye ve dış yatırımcıları içeride tutmaya odaklı sıkı para politikalarının doğal olarak öne çıktığını söylemeye gerek yok. Toplumsal ve kurumsal hafızasında sürekli finansal krizler bulunan bir ülkede ekonomi yönetiminin oldukça muhafazakâr ve maliye-para politikası odaklı yapılandırılması şaşırtıcı değil. Dünya ekonomisi büyüme trendinde iken ve likidite bolluğu zirve yapmışken ağırlıklı olarak dış kaynaklarla büyüyen yapının dönüştürülmesi ertelendi.
Ancak makroekonomik yönetime yoğunlaşıp mikroekonomik yönetişim ve sektörel stratejileri ikinci plana atan bu yapının, dünyada daralma dinamikleri görüldüğünde büyüme ivmesinin nasıl canlandırılacağına dair net bir cevap üretmesi zor. Daha da önemlisi, yükselen ekonomilerde kalkınma süreçlerinin kilit unsuru olan sanayi-teknoloji politikaları ve insan kaynakları planlaması noktasında mevcut sistem SOS veriyor. Bizim açımızdan başkanlık sistemine muhtemel bir geçişin ekonomideki yansımaları, en çok entegre bir sanayi-teknoloji politikaları setinin ve eğitim-insan kaynakları stratejisinin oluşturulması bağlamında tartışılmalı. Yapısal reformları kuşbakışı takip edip farklı sektörlerde rasyonelleşme, teknolojik gelişim ve finans-reel ekonomi bağlantıları kurma üzerine yoğunlaşacak kurumsal inovasyon odakları oluşturmak gerekiyor.
Örneğin, mevcut kurumların sorumluluk üstlenmedikleri gıda fiyatlarını (enflasyonunu) düşürmek gibi karmaşık konular, birçok bakanlık ve kurumsal yapıyı özel sektörle bir araya getiren inovatif yönetişim modelleri gerektiriyor ya da bilgi ekonomisi ile ilgili sanayi-teknoloji politikaları, finansal aktörler ile reel ekonomi aktörlerinin ve eğitim-araştırma camiasının koordineli çalışmalarını şart kılıyor ama mevcut kurumsal yapılarla bu koordinasyonu sağlamak pek mümkün değil. İşte başkanlık sistemine muhtemel bir geçişin en somut faydaları, sektörler ve yönetişim organları arasında koordinasyon gerektiren bu tür politikalara üst düzey koordinasyon imkanı ve hızlı karar alma ortamı sağlaması olabilir. Ancak bu tür sistemik geçişler yaparken makroekonomik istikrardan ödün vermeyecek tedrici dönüşüm stratejileri oluşturmak da esas olmalı.
[Bugün, 13 Ocak 2015]