28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu’nu darbenin oluş tarihi olarak aldığımız takdirde [1], failleri tarafından adlandırıldığı şekliyle 28 Şubat ‘postmodern’ darbesi[2] 16. yılını doldurmuş bulunuyor. Darbenin 14. yılında basılan bir kitabın giriş sayfalarında 28 Şubat soruşturmasının açıldığı not edilmeden hemen önce ‘bu ülkede örtülü ve açık darbe girişimlerinden vazgeçilmedi çünkü 28 Şubat darbesinin failleri hâlâ yargı önüne çıkarılmadı’ deniyordu.[3] Ankara Cumhuriyet Başsavclığı’nın yürütmekte olduğu soruşturmanın başlamasından bu yana yaklaşık 22 ay geçti, büyük çoğunluğu asker olan 70’den fazla sanık tutuklu yargılanıyor. Ancak soruşturmanın başlamasından sonra 28 Şubat’ın birden çok failinden sadece askerlere dokunulduğu, 28 Şubat’ın izlerinin halen silinemediği eleştirisi yapılmaktadır.[4] Büyük ölçüde haklı bu eleştirileri bir kenara bırakırsak, şu soruları sormak gerekmekte: 28 Şubat’a dair bilgi ve izlenimlerimizin ne kadarı ciddi çalışmaların ürünü? Bugün, darbeden 16 yıl sonra, bir ‘28 Şubat literatürü’nden bahsedebilir miyiz? Bugüne dek 28 Şubat üzerine yazılanlara baktığımızda karşımıza çıkan aşağıdaki tablo bu soruya olumlu bir cevap vermemize izin vermemektedir:
- Yüksek Öğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi’nde 28 Şubat darbesini farklı boyutlarıyla irdeleyen önemli sayıda tez bulunmaktadır. Ancak daha önce de eleştiri konusu olan YÖK pratiği nedeniyle[5], bu tezlerin çoğuna erişime maalesef izin verilmiyor.
- Darbeyle alakalı yazılan kitapların önemli bir kısmı çok sayıda gazetecinin o dönemde yazdıkları köşe yazılarının kitaplaştırılmasından ibaret. Dolayısıyla darbe süreciyle ilgili elimizdeki kitapların önemli bir kısmını o an’da, dolayısıyla kaçınılmaz olarak kısıtlı belgeye dayanan bu tarz popüler kitaplar oluşturuyor.”[6]
- Şimdiye dek önemli akademik makaleler basılmış olmasına rağmen, genel olarak akademinin 28 Şubat darbesine karşı ‘kitap yayınlama’ bakımından bir ilgisizliğinden bahsetmek mümkün. [7]
- Ayrıca Vural Savaş’ın Militan Demokrasi, Nevzat Bölügiray’ın 28 Şubat Süreci, Doğu Perinçek’in 28 Şubat ve Ordu, Şevket Kazan’ın Refah Gerçeği isimli kitapları gibi konuya tamamen tek taraflı yaklaşan kitaplar da az denemeyecek kadar çok. Emre Kongar’ın 28 Şubat ve Demokrasi kitabı gibi kitap başlığında ‘28 Şubat’ geçmesine rağmen içeriği darbe süreci ile neredeyse tamamen ilgisiz kitaplar da ‘literatür’de yerini almış durumda.
Bu sorunlara ek olarak, 28 Şubat darbe süreci, yaşananlara ilişkin ortaya atılan, bir kısmı dayanaksız, belgelendirilmesi zor ve taban tabana zıt iddialar bakımından adeta bir ‘iddialar ve komplo teorileri çöplüğüne’ dönmüş durumdadır. Örneğin, darbenin dış boyutu şüphe götürmez biçimde teslim edilirken, darbe üzerine bugün kaleme alınan yazılarda dahi darbede İsrail ve Amerika’nın rollerinin tam anlamıyla tanımlandığını göremiyoruz. Bu darbe Amerika’nın diğer ülkelerde teşvik ettiği o klasik darbelerden midir? Yoksa ‘İsrail Lobisi olmasa, Amerika Irak’ı işgal etmezdi’[8] iddiasında olduğu gibi, 28 Şubat darbesinde de Alan Makovsky, Richard Perle ve Douglas Feith gibi neo-conların öncülüğünde, Amerika’nın Refahyol hükümeti icraatlarının Amerikan çıkarlarına ters düştüğüne inandırılması mı söz konusudu