Son iki-üç yılın siyasal gelişmelerini yönlendiren en önemli dinamik Cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. Erdoğan’ın muhtemel Cumhurbaşkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı makamının 2007’deki düzenlemelerle siyasal sistemin ağırlık merkezine dönüşmüş olması, siyasetin rotasını seçimlere çevirmişti. Son iki yıl içinde yaşanan iç ve dış gelişmelerin neredeyse tamamı, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı üzerinden değerlendirildi. Türkiye, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını engellemek üzere gerçekleştirilen mühendisliklere, ittifaklara, kalkışmalara, kumpaslara maruz kaldı.
Erdoğan’ın 10 Ağustos’ta gerçekleştirilen seçimlerde bu kuşatma projelerini yararak Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı olması, yeni bir siyasi dönemin başlangıcıdır. Seçimler, yüklendiği muazzam siyasi anlam dolayısıyla hem siyaset denklemi hem de partilerin siyasi rotası üzerinde yakın zamanda gerçekleştirilen bütün seçimlerden daha radikal etkilerde bulunacaktır.
Seçimlerin siyasete yönelik muhtemel etkileri dört başlık üzerinden ele alınabilir. Siyasi partilerin bu başlıkları değerlendirme tarzı siyasetin rotasını tayin edecektir.
Türkiye’nin gündemindeki ilk başlık, AK Parti’nin yeni genel başkan ve başbakan belirleme sürecidir. Demokrasi tarihimizin en başarılı siyasi kadrosu, bu başarıda aslan payına sahip liderini Köşk’e gönderdikten sonra, varlığını, misyonunu ve gücünü korumaya yönelik hayati bir karar alacaktır. Kimin genel başkan olacağı, AK Parti’nin geleceği kadar Türkiye siyasetinin geleceği üzerinde de etkili olacaktır. AK Parti’nin bu kararı verirken göz önünde bulunduracağı parametreler, harekete liderlik etmeye devam edecek Erdoğan’la uyumlu çalışma, partinin toplumsal desteğini sürdürmesini sağlama ve partinin bugüne kadar iç ve dış gelişmeler karşısında takındığı siyasi tutumu sürdürme olacaktır.
Siyasi parametreleri belirleyecek ikinci başlık, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı tarzı olacaktır. 2007’deki düzenlemeler ve Erdoğan’ın siyasi profili, Cumhurbaşkanı’nın siyasal sistem içindeki konumunu değiştirmiş durumundadır. Türkiye, yeni bir Cumhurbaşkanlığı modeliyle tanışacaktır. Bu çerçevede, Erdoğan’ın kampanya boyunca dile getirdiği “güçlü Cumhurbaşkanı” hedefinin içini doldurma tarzı ve hükümet ve siyasi partilerle kuracağı ilişki biçimi siyasetin gidişatını etkileyecektir.
Siyasetin gidişatını etkileyecek üçüncü başlık, muhalefet partilerinin siyaset tarzı olacaktır. CHP ve MHP uzunca bir süredir, tabanlarının ihtiyaç duyduğu bir siyasal vizyon geliştirmek yerine Erdoğan karşıtlığına dayalı “ittifak siyaseti” ile yetinmekteydi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, siyasal kutuplaşma ve kimlik siyasetine endekslenen bu siyaseti ciddi bir krizle karşı karşıya getirmiş durumda. İttifak siyasetini mümkün kılan Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilerek parti siyasetinin dışına çıkarken, ittifak siyasetinin sonucu olan İhsanoğlu da beklenen başarıyı gösteremedi. Seçmen, gerek seçime katılmayarak gerekse Erdoğan ve Demirtaş’a yönelerek ciddiye alınması gereken mesajlar verdi. Verilen mesaj, şimdilik CHP ve MHP liderlerinin koltuklarına mal olmasa da, siyaset değişikliğini zorunlu kılmaktadır. CHP ve MHP’nin bundan sonraki mesaisi, siyaset üretme arayışı olacaktır.
Siyasal gündemi belirleyecek son başlık Kürt hareketinin Türkiyelileşme ajandası olacaktır. Çözüm süreci ile beraber, sivil siyaseti öncelemeye başlayan Kürt hareketi, kitlesel desteğini artırmaya yönelik bir arayış sürecine girmişti. Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı bu arayışı erken bir teste tabi tutsa da, olumlu sonuçlar üretti. Demirtaş’ın aldığı oy oranı ve bu oyların coğrafi dağılımı, seçmenin Türkiyelileşme arayışına verdiği vize olarak okunabilir. Demirtaş’ın aldığı destek, Kürt hareketinin psikolojik eşiğine dönüşen yüzde 10 barajını aşma sonucu doğurmasa da, sivil siyasete öncelik verme kararına ciddi bir destek anlamına gelmektedir. Kürt hareketi, yöneldiği arayışta ısrarlı olursa, hedeflediği başarıyı elde etmesi sürpriz olmayacaktır.
Siyaset, önümüzdeki dönemde, siyasi aktörlerin bu başlıklara yönelik tutumları üzerinden şekillenecektir.
[Akşam, 12 Ağustos 2014]