Son dönemde kamuoyunu meşgul eden en önemli meselelerden birisi Türkiye ile AB arasında varılan anlaşma sonucunda 1 Haziran'dan itibaren uygulanması planlanan vize muafiyetinin mümkün olup olmadığı sorusudur.
Hemen belirtmek gerekir ki Türk vatandaşlarının Şengen bölgesi ülkelerine Vize almadan turistik amaçlı seyahat etmelerini sağlayacak olan vize muafiyeti birçok karamsarın görüşünün aksine çok büyük bir olasılıkla yürürlüğe girecektir. Çünkü herkesin bildiği gibi Türkiye geri kabul anlaşmasını üçüncü ülke vatandaşlarına yönelik uygulamaya ancak vize muafiyeti yürürlüğe girdikten sonra başlayacaktır.
Aksi bir durumun geçen sene Avrupa'da gördüğümüzden daha büyük bir kaosa neden olacağını öngörmek zor değildir. Avrupa'ya yönelen yüz binlerce mülteci sonucunda AB üyesi devletler sınır kontrollerini tekrardan başlatmış ve AB projesinin en önemli kazanımlarından biri olan malların ve insanların serbest dolaşım hakkı tehlikeye girmişti. Avrupa'da bir mülteci krizinden bahsedilmesine rağmen bu kriz aslında sanal bir krizdi. AB üyesi devletlerin ekonomik güçlerini düşünecek olursak mülteci meselesinin bir kriz olarak lanse edilmesinin ekonomik ve rasyonel bir temelinin olmadığı çok rahat anlaşılacaktır. Burada ortaya çıkan mülteci meselesinin bir kriz olarak algılanmasının temel nedeninin siyasi olduğu gerçeğidir. 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan siyasi atmosferde yükselen İslam karşıtlığıyla beraber aşırı sağın da Avrupa'da güçlenmesini engellemek isteyen birçok AB üyesi ülkenin hükümetleri göçmen ve yabancı karşıtı politikalar takip etmeye başladılar. Bu durumun sonucunda ortaya çıkan zehirli siyasi atmosfer sonucunda ise Suriye, Irak, Libya gibi Müslüman ülkelerden gelen mülteciler Avrupa için bir tehdit ve sorun olarak görülmeye başlandı. 2015 yılında neredeyse bütün Avrupa'da aşırı sağ partilerin kamuoyu yoklamalarında ve seçimlerde oylarını benzeri görülmemiş şekilde artırdığına şahit olduk. Neticede yeni bir mülteci dalgasının Avrupa'da yaratacağı dalgalanma ve sosyal sorunlar AB'yi dağılmaya kadar götürebilecek ciddi bir potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır.
Diğer taraftan uzun yıllardır Türkiye'nin AB üyeliğine karşı yürüttükleri muhalefeti Türkiye'nin AB'ye üye olması ya da vize muafiyeti verilmesi durumunda milyonlarca Türk'ün Avrupa'ya göç edeceği iddiasına dayandıran Merkel gibi liderlerin zor bir seçimle karşı karşıya oldukları açıktır. Bugün Merkel ve benzeri liderlerin kendi inşa ettikleri söylemin esiri oldukları ve bu yeni durumu seçmenlerine anlatmak zorunda oldukları açıktır. Son dönemde Almanya ve Fransa gibi ülkelerden gelen karışık mesajları iç kamuoyuna yönelik siyasi manevralar olarak okumak daha doğru olacaktır.
Zaten Türkiye ile AB arasındaki hukuki anlaşmalara aykırı olarak 1980'den beri uygulanmakta olan vize uygulaması haksız bir uygulamadır. Özellikle de Türkiye'nin son dönemde kat ettiği ekonomik gelişme sonucunda bu uygulamanın ekonomik bir temeli kalmamıştır. Vize uygulaması daha çok Merkel ve Sarkozy gibi liderlerin kendi seçmenlerini tatmin etmek ve geri kabul anlaşmasında görüldüğü üzere AB ile Türkiye arasındaki müzakerelerde bir koz olarak kullanılmak için devam ettirilmekteydi. Buda bize meselenin aslında siyasi bir mesele olduğunu göstermektedir. Bundan dolayı her ne kadar Türkiye'nin yerine getirmesi gereken 72 kriter önemli olsa da, vizelerin kaldırılması kararı temelde siyasi bir karar olacaktır. Burada gözden kaçırılmaması gereken husus vize muafiyetini geri kabul anlaşmasının uygulanmasına bağlayan AB'nin kendisi olduğu gerçeğidir. O halde Türkiye'nin geri kabul anlaşmasını uyguladığı ve AB'nin vize muafiyetini uygulamadığı bir senaryonun gerçekleşmesi mümkün gözükmemektedir. Türkiye tarafından yapılan bütün açıklamalar da buna işaret etmektedir. Eğer AB bürokrasisi ve liderleri vize muafiyeti olmadan geri kabul anlaşmasının devam ettirilebileceğine inanıyorsa büyük bir yanılgı içerisindedirler ve kendilerini çok büyük bir kriz beklemektedir. Buradan da anlaşılabileceği üzere kimin daha çok kaybedeceği açıktır, o da AB'nin ta kendisidir.
[Zaman, 30 Nisan 2016].