SETA > Yorum |
Vicdanlı Bir G20 Başkanı Olarak Türkiye

Vicdanlı Bir G20 Başkanı Olarak Türkiye

Son verilere göre, dünyanın en zengin %1'lik kesimi, toplam küresel gelirin %48 gibi ciddi bir bölümüne sahip.

Henüz tam farkına varamayanlar olabilir ancak Türkiye, bu yıl G20 Dönem Başkanlığı'nı yürüterek oldukça değerli “küresel” bir görev icra ediyor. Öneminin altını, köşemizde daha önce de çeşitli vesilelerle çizdim. Zira hızla akıp giden zamanı tutamazken, bu sınırlı fırsatın değerini acilen bilmemiz gerekiyor.

Sahiplenmek, gururlanmak ve daha da önemlisi, farklı katkılar yapmak adına… Türkiye'nin başkan olduğu dönemde, işin içine somut sonuçların, demokrasinin ve vicdanın katıldığını göstermek adına…

İşte bu amaca hizmet etmek için, G20 gündem ve politikalarının akademisyenler tarafından entelektüel bir bakış açısıyla değerlendirilmesi düşüncesiyle taze bir inisiyatif hayata geçti: Academy-20 ya da kısaca A20.

Bu anlamlı girişimin startını, geçtiğimiz Cumartesi günü Gebze'de, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Fikri Işık ile birlikte verdik. Boğaziçi Üniversitesi, SETA ve İstanbul Şehir Üniversitesi'nin katkılarıyla gerçekleştirilen kapsamlı ve yoğun katılımlı konferansa, Gebze Belediyesi de profesyonel bir ev sahipliği yapınca ortaya enfes bir program çıktı.

Bu ilk programında, küresel güçlerin, siyasetin ve ekonominin durumunu sorgulayarak dünyanın nereye gittiğine dair entelektüel bir ziyafet sahneleyen A20 girişiminin, devam edecek etkinlikleriyle Türkiye'nin dönem başkanlığına farklı bir boyut getireceğine şüphe yok.

KAPSAYARAK BÜYÜMEK

Türkiye olarak G20 masasının başında oturduğumuz bu dönemde, özellikle “kapsayıcı büyüme” konusuna odaklanmamızın ne denli anlamlı olacağı hususunu köşemizde daha önce konuşmuştuk. A20 konferansında da sık sık altı çizilen bu konuya, bugün biraz daha detaylı girerek ne kast ettiğimize bir göz atalım.

Kapsayıcı büyüme tam olarak nedir diye baktığımızda, farklı tanımlara rastlıyoruz. Bununla birlikte, tüm görüşlerin kesiştiği noktayı genelleyecek olursak; ekonomik büyümeden, nüfusun eşitlikçi bir şekilde nasibini alması diye özetleyebiliriz.

Aslında bugün dünyada en zenginle en fakir arasındaki uçurumu, “kapsayıcılık açığı” olarak adlandırmak da mümkün. O halde kucaklamaktan kast ettiğimiz, düşük gelir aralıklarındakilerin de, ekonomik büyümeden mahrum bırakılmaması ve “en az” toplum geneli kadar faydalanması.

Peki, kapsayıcılığı nasıl ölçüyoruz? Alt dinamiklerinden birinin, yoksullukla mücadele olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte, kapsayıcı büyüme dediğimiz kavram, bundan daha da öte. Zira yoksulluk azalsa dahi, refahın toplum geneline adil yayıldığı anlamına gelmiyor.

GÜNDE 1,25 DOLARLA GEÇİNMEK

Bakın, Asya örneği bunu çok açık bir şekilde izah ediyor. Doğu Asya ve Pasifik ülkelerindeki son birkaç on yıldır sergilenen ekonomik performans malum. Ve söz konusu büyümeyle birlikte, yoksullukta da önemli bir mesafe kat edildiğini görüyoruz. 1990'larda bölge nüfusunun %60'ından fazlası günde 1,25 dolarla geçinirken, son yıllarda bu oran %10'lara gerilemiş durumda. Çin, bu gelişmenin en aşikâr örneği…

Peki, ilgili dönemde büyüme hızları almış başını gitmişken ve yoksulluk da bu derece azalmışken, bölge genelinde “eşitlik” ne kadar iyileşmiş derseniz; cevap bir “hiç”. Hatta eşitsizlik daha da artmış!

Bir diğer ifadeyle, büyüme kapsayıcı olamamış, zengin çok daha zenginleşirken, yoksul kendine düşen payı hakkıyla alamamış. Çin, bu konuda dikkat çeken en başarısız ülkelerden... Eşitsizliği çok abartmayan ülkeler de olmuş elbet ancak genele bakıldığında, tablo bu şekilde karamsar.

Türkiye ise, kapsayıcılıkta iyileşme göstermiş ülkelerden. Zira yoksulluk azalırken, eşitsizlik de azalmış. 1980'lerin başında en zengin kesimin geliri en yoksul kesimin gelirinin yaklaşık 20 katıyken, son verilere göre aradaki uçurum 7,7 kata kadar geriledi. Gelir dağılımı eşitsizlik ölçütlerinden Gini katsayısında da olumlu gelişmeler yaşadık. Bununla birlikte, daha iyi seviyelere gelmemiz gerektiğini de biliyor ve çabalıyoruz.

DÜNYANIN EN ZENGİN 80 İNSANI

Yeniden dünyaya dönecek olursak, adaletsizlik durumunun sadece Asya için geçerli olmadığını söyleyebiliriz. Kapsayıcı olmayan büyümeye dair, dünya genelinden de birçok örnek var.

Bakın; son verilere göre, dünyanın en zengin %1'lik kesimi, toplam küresel gelirin %48 gibi ciddi bir bölümüne sahip. Üstelik 2009 itibariyle de, payını artırarak ilerlemiş ve daha da büyütmesi bekleniyor. Dünyanın en zengin 80 insanı da, küresel ölçekte altta kalan %50'lik kesimin toplam gelirine sahip. Bu durum da, 2009 sonrası paralel bir şekilde perçinlenmiş. Tüm bu veriler ise, dünyada adaletsiz bir büyümenin var olduğuna ve kötüleştiğine işaret ediyor.

İşte bu hazmedilmesi güç durum, artık zihniyetin değişmesi gerektiğini ve bununla da yetinmeyip söylemlerin ötesine, aksiyona geçme zamanı geldiğini gösteriyor. Zaten son dönem akademik çalışmalar da, büyümeyle eşitliğin ayrı tutulamayacağına yönelik sonuçlara varmış durumda. Eşitsizliğin, ekonomik büyümenin gücünü azalttığına dair bulgular var. Hem işin sadece ekonomik değil, ciddi bir sosyal boyutu da olduğunu hatırda tutmak şart.

Dolayısıyla, ekonomik büyümeye, eşitlik iyileşmesinin de güçlü bir şekilde eşlik etmesi gerekiyor. Hem küresel hem de ulusal anlamda… Aksi takdirde dünyanın düzeni böyle gelmiş böyle gidecek. O halde bizim de, G20 DönemBaşkanlığımız'dan çok daha fazla istifade ederek, bu konuya tüm çözüm kümeleriyle odaklanmamız gerek.

Zira G20'ye, vicdanının sesini dinleyerek yön veren bir başkan, bir daha öyle kolay kolay gelmez.

[Yeni Şafak, 14 Nisan 2015]