Türkiye, son on yıldır, cumhuriyet tarihinin en kapsamlı değişim-dönüşüm sürecinden geçiyor. Yüzyıldır çözüm bekleyen sorunlar, birbirleriyle yarışırcasına gündeme geliyor. Bir sorunu çözmek için başlatılan bir süreç, başka bir sorunun derinleşmesine yol açıyor; bu fark edildiğinde başka bir çözüm yolu aranıyor. Bazen çok radikal bir adım atılıyor, ardından uzunca bir süre beklemeye geçiliyor. Tam çözüm iradesi rafa kaldırıldı derken, başka bir radikal adım atılıyor. Nihayetinde sorunlar, beklenen süre ve kapsamda olmasa da çözüme kavuşturulmaya çalışıyor. Sorunların üstü örtülmüyor, çözüm umudu ve iradesi diri tutuluyor.
Bu dönüşüm sürecinde, siyasal merkez neredeyse tamamen yeniden yapılandırıldı. Siyasal rejim içerik değiştirirken, siyasal merkez de el değiştirdi. Askerin ve yargının siyasal sistem üzerindeki ağırlığı azaldığı ölçüde, seçilmiş siyasi aktörlerin sistem üzerindeki belirleyicilikleri arttı. Siyasal kimlikler üzerindeki baskılar büyük ölçüde kaldırılarak, sorunlarının çözümüne ilişkin yadsınamaz gelişmeler kaydedildi. Kırdan kente yaşanan göçle, kır-kent dengesi tamamen değişti. Orta sınıf neredeyse ikiye katlanarak, yüzde 21’den yüzde 40’a çıktı.
Normalde, ancak devrim veya darbe gibi olağandışı enstrümanlarla gerçekleştirilebilen bu kapsamlı değişiklikler; Türkiye’de zamanında gerçekleşen seçimler, rutin işleyen idari, yasal ve anayasal prosedürlerle hayata geçiriliyor. Devrim veya darbe seçeneklerinde yaşandığı üzere, hızlı ama kanlı bir değişim sürecinden geçmektense, Türkiye nispeten yavaş ve eksik ama barışçıl bir değişim modeli izliyor.
Aktörleri ve ideolojisiyle, eski siyasal sistem rafa kaldırıldığı için siyasetin yeni gündemini, vesayet rejiminin yerine inşa edilecek yeni demokratik siyasal sistemin, kimin eliyle, hangi parametreler üzerinden kurulacağına dair arayışlar belirliyor. Her güç odağı kendi tezinin hayata geçmesi için şiddetli bir mücadele yürütüyor.
Yüzyıllık otoriter bir rejimin hâkimiyetini sürdürmek için, kullandığı enstrümanlar, ürettiği teamüller, dayandığı siyasal ve toplumsal kesimlere tanıdığı ayrıcalıklar, muazzam bir direnci de mobilize ediyor. Böylece, siyasete müdahil bütün kimlikler-aktörler, değişim-statüko ekseninde mevzileniyor. Bu mevzilenme-kamplaşma dolayısıyla, eski siyasal fay hatları canlanırken, yeni fay hatlarının da tohumları atılıyor. Her söylem ve uygulama, hak ettiğinden büyük bir yankı uyandırıyor; destek buluyor veya dirençle karşılaşıyor. Türkiye, yüzyıllık siyasi tarihinde hiç olmadığı kadar, siyasete müdahil oluyor, siyasallaşıyor.
Bu süre boyunca Türkiye, demokratikleşmeye direnç gösteren yeni bir mücadele tarzıyla da tanışıyor. 2010 referandumuyla beraber, vesayetçi kurumlar üzerinden siyaseti terbiye etme imkanlarından mahrum kalan batıcı seçkin azınlık, süregiden dönüşüm sürecine direncin yeni adresi olarak muhalefet partilerine yaslanmışlardı. Ancak, CHP ve MHP’nin siyasal performansını artırmak üzere hayata geçirilen mühendislik faaliyetleri beklentileri karşılamayınca, sokak ve kaset gibi anti-demokratik arkaik enstrümanlar, demokratikleşmeye direncin yeni unsurları olarak tedavüle alınmış görünüyor. Sokak ve kaset, siyaseti terbiye etmenin, siyaseti vesayet altına almanın yeni enstrümanları kılınmaya çalışılıyor. Eskiden vesayetçi fren mekanizmaları marifetiyle talepleri görmezden gelinen toplumsal çoğunluk, şimdi de aktör ve talepleri meşruiyetten arındırılarak, karikatürize edilerek iradesiz kılınmaya çalışılıyor.
Siyasal gündem, geride bıraktığımız iki-üç yıl boyunca bu mücadeleyle şekillendiği gibi, muhtemelen önümüzdeki bir kaç yıl da bu mücadeleye sahne olacak görünüyor.
Uzun süredir bu mücadeleyi anlamaya, analiz etmeye yönelik değişik mecralarda sürdürmeye çalıştığım çabayı, kısmetse, bundan sonra, haftada üç gün yazacağım yazılarla bu köşede dilim döndüğünce aktarmaya çalışacağım.
[Akşam, 03 Haziran 2014]