11 Eylül sonrası dünyada korkuyu siyasi bir güç olarak her gün yeniden keÅŸfediyoruz. Korkunun yarattığı sosyal travma, siyasilerin kısa dönemli manipülasyonlarından daha derin etkilere sahip. Düne kadar teknolojik olarak üstün ama barbar uzaylıların ülkelerini iÅŸgal edeceÄŸini düÅŸünen Amerikalılar, 11 Eylül’den sonra bu kehanetin gerçekleÅŸtiÄŸine inanmaya baÅŸladılar. Yani hayal, fantazi, kurgu, korku hepsi gerçek oldu. Amerikan siyasi aklı, ÅŸimdi bu korkuyu kaybetmekten korkuyor.Danimarka’daki karikatür krizi, farklı gibi görünse de Avrupalıları benzer korkulara sevketti. Avrupa’nın derin aklı, “Müslüman öfkesi” karşısında Avrupa medeniyetinin temellerinin sarsılmakta olduÄŸunu düÅŸünüyor. En azından sokaktaki insanin bu korkuyu içinde hissetmesini istiyor. Çünkü korku kadar maliyeti düÅŸük ama siyasi gücü yüksek bir kapital henüz bulunabilmiÅŸ deÄŸil. Asırlık korkuların esiri olan Türkiye de bu süreçten nasibini almaya devam ediyor. Batı’nın ‘barbar öteki’ korkusunun yerini bizde ‘iç tehditler’ alıyor. Türkiye’nin modern siyasi aklı, bu iç tehditleri herhangi bir nükleer saldırıdan da bölgesel anarÅŸiden de daha acil görüyor. Türkiye’nin din ve millet kavramlarından duyduÄŸu korkular, ‘apokalips’ korkularından daha derin etkilere sahip. Türkiye’nin 21.nci yüzyılda rasyonel ve kendine özgün bir varlık iddiasında bulunması bu korkuları aÅŸmasına baÄŸlı.
Albert Camus, 20.nci yüzyıla “korku çağı” demiÅŸti. Camu’ya göre dünyada (aslında Avrupa’da) elli sene gibi kısa bir sürede o kadar ÅŸey yaÅŸanmıştı ki insanların oturup rasyonel bir ÅŸekilde düÅŸünmeye vakitleri bile yoktu. Bütün canlı varlıklar gibi onlar da tehdit ve tehlike karşısında korkuya kapıldılar. Korkuyu siyasi bir güç olarak kullanan liderler, korku rejimleri kurdular. Böylece korku ve siyasi güç, tam da Hobbes’un siyaset tanımına uygun bir nitelik kazandı. Hobbes modern siyasetin “güç istemi” ve “ölüm korkusu” üzerine kurulu olduÄŸunu söylemiÅŸti. Ona göre devletin yegane amacı, insanlığın “doÄŸal durumu”nun en derin güdüsü olan ölüm korkusuna set vurmak, onlara bu dünyada güvenlik saÄŸlamaktı. Devlet korkuyu üreten deÄŸil, onu ‘yöneten’ bir kurum olacaktı.
Buradaki derin çeliÅŸkiyi görmek zor deÄŸil: Modern toplumun kurucuları, geleneksel toplumların temelsiz korkularına son vermek için mitoloji, hurafe, koca karı adeti dedikleri inanç ve davranış biçimlerini rasyonellik ve bilimsellik adına reddetme yolunu seçtiklerinde korkusuz, akılcı, özgür bir toplum inÅŸa edeceklerini düÅŸünüyorlardı. Amerikalıların yanlış hesabının BaÄŸdat’tan dönmesi gibi modern dünyanın mühendisleri yanıldılar ve korkusuz bir toplum inÅŸa etmek yerine yeni korkular ürettiler. Modern devlet bu korkuları besledi, derinleÅŸtirdi. Michel Foucault ‘bilginin arkeolojisi’ dediÄŸi çalışmalarında bu ‘korku rejimleri’nin çetelesini çıkartır ve modern devletin güç isteminin bir ‘korku metafiziÄŸi’ne dayandığını söyler.
Türkiye de modern dünyaya kendi korkularıyla girdi. Osmanlının son döneminin deÄŸiÅŸmez gündemi, devleti kurtarmaktı. Osmanlıcı, Ä°slamcı, Türkçü yahut Batıcı bütün aydınların ortak paydası, her ne pahasına olursa olsun devleti kurtarmaktı. Burada devlet, pay-i tahtı, Osmanlı bürokrasisi ya da ordusunu deÄŸil, devletin temsil ettiÄŸi bütün deÄŸerleri, ilkeleri ve kolektif ge