Bölgesel ve küresel dinamiklerin bir gereği olarak Ortadoğu'daki kartlar yeniden karılıyor. Yaşanan değişim ve süreç daha çok normalleşme olarak ifade edilmektedir, çünkü bölge devletleri Arap isyanları ve devrimlerinin neden olduğu ciddi bir gerilimden vazgeçerek işbirliği süreçleri başlattılar. Bu gerilim ve tehdit kaynaklarının ortadan kalkması veya değişmesi sonrasında bölge devletleri 2021 yılının başından itibaren bölgesel ve ikili ilişkilerini geliştirmeye öncelik vermeye başladılar.
Ortadoğu'da yaşanan değişimin tetiklediği normalleşme sürecinin en az dört farklı boyutu vardır: Araplar arası, İsrail-Arap, Türkiye-Arap ve İran-Arap normalleşmeleri. Bunlardan en önemlisi Arap ülkeleri arasındaki normalleşmedir. Arap isyanlarından fazla etkilenmeyen Körfez ülkeleri yaşanan gelişmelere farklı tepkiler verince kendi aralarında ciddi bir kriz yaşadılar. Katar ile Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasındaki kriz ilk kez 2014 yılında ortaya çıktı. Ancak asıl gerginlik 2017 yılında bu üç ülkenin Katar'a abluka uygulamaları ile yaşandı. 2021 yılı başlarında Abu Dabi, Riyad ve Manama'nın Katar ile ilişkilerini normalleştirmesi ile hem Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyeleri arasında hem de KİK üyeleri ile üye olmayanlar arasında normalleşme süreci başladı. Neticede, Mısır, Ürdün ve Fas gibi devletlerin de dahil olmasıyla Arap dünyasında genel bir normalleşme havası estirildi.
Ortadoğu normalleşmesinin Arap boyutu bölgedeki diğer bölgesel ve küresel dinamiklerin de etkisiyle, bölgedeki diğer üç boyutu, Ortadoğu'nun Arap olmayan üç ülkesi Türkiye, İsrail ve İran'ın Arap ülkeleriyle ilişkilerindeki gelişmeleri de olumlu yönde seyretti.
Türkiye'nin Suudi Arabistan ile normalleşmesini sağlayan temel hususlar aşağıdaki gibidir. Öncelikle, Türkiye'nin bölge siyasetinde göz ardı edilebilecek bir ülke olmadığı anlaşıldı. Türkiye'nin siyasi söylemi, savunma sanayindeki başarıları ve bölgesel kriz noktalarına müdahaleleri sonrasında Türkiye ile ilişkilerin geliştirilme ihtiyacı arttı. Türkiye'nin artan ve göz ardı edilemeyen sert gücünü karşısına almanın maliyeti arttı. Dolayısıyla, bölgede çatışmacı ve Türkiye karşıtı siyaset yürütmenin hem maliyeti arttı hem de sürdürülebilir olmadığı ortaya çıktı.
Suudi Arabistan'ın çizgisinin Türkiye benzeri bir politika çizgisine evrilmesi de süreçte önemli bir faktördür. Türkiye uzun süredir büyük güçler arasında mümkün mertebe dengeli bir politika izlemektedir. Müttefikleri olduğu halde Batılı devletlere güvenemeyen Türkiye, yüksek bir maliyeti olduğu halde, Batı-dışı ülkelere yönelmek zorunda kalmıştır. İlişkilerini çeşitlendirerek daha çok Ankara merkezli bir dış politika anlayışını benimsemektedir. Son zamanlarda Suudi Arabistan da benzeri bir pozisyon almaya başladı. Batı'ya daha az güvenen Suudi Arabistan, özellikle rejiminin devamlılığı için gerekli silahları daha sorunsuz ve şartsız alabileceği kaynakların arayışına girdi. Türkiye tam bu manada önemli bir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır. Suudi Arabistan bakımından Türkiye'de üretilen silah ve mühimmat alımı normalleşmenin çok önemli nedenlerinden biridir. Zaten ikili ilişkilerin gerilmesinden önce de iki ülke arasında çok önemli savunma sanayi projeleri başlatılmıştı. Bunların yeniden canlandırılması söz konusu olabilir. Ayrıca, yenileri de dahil edilecektir.
İkinci olarak, Biden'in ABD başkanı olması ve ABD'nin bölgeye yönelik siyasetindeki belirsizliği bütün Ortadoğu ülkelerini farklı arayışlara itti. Bölge ülkeleri, Arap isyanları ve sonrası dönemde yaşananları dikkate alarak, özellikle en son Afganistan ve Ukrayna'da müttefiklerini yüz üstü bırakan, ABD başta olmak üzere Batılı devletlere güvenmiyor. ABD ve diğer Batılı devletlere yönelik artan şüphe dolayısıyla, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge devletlerinin dış politikalarını çeşitlendirme ihtiyacı daha da artmış bulunmaktadır.
Üçüncü olarak, Biden'in İran ile nükleer enerji müzakerelerini ısrarla sürdürmek istemesi diğer bölge ülkelerini endişelendirdi. İki uç dinsel ve siyasal perspektifin temsilcisi olmaları dışında İran'ın hem Yemen üzerinden Suudi Arabistan'ı istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerde bulunması hem de Irak ve Lübnan üzerinden Suudi Arabistan'ın bölgesel etkisini kırmaya çalışması, Riyad için bölgedeki en önemli tehdidin İran olduğu anlamına gelmektedir. Suudi Arabistan, İran'ın uluslararası siyasetin normal bir aktörü olarak kabul edilmesini ve kendisine yönelik konulan yaptırımların kaldırılmasını istemiyor. Suudi Arabistan'ın İran'ın yakın zamanda daha da artması muhtemel bölgesel etkisini kırmak için ihtiyaç duyacağı en önemli devletlerden biri Türkiye olabilir.
Dördüncü olarak, Yemen kaynaklı Suudi Arabistan'a yönelik saldırıların artması Riyad'ı silah ve mühimmat temini konusunda arayışlara itti. Suudi Arabistan'ın acil mühimmat ihtiyacı var. Türkiye, bu anlamda bir alternatif olarak ortaya çıktı. Aslında, krizin başından beri Türkiye, Yemen krizinde Riyad'a daha yakın bir tutum sergilemektedir. Yemen'den Suudi Arabistan'a yönelik saldırıları da kınamaktadır.
Beşinci olarak, Arap isyanlarının tehdit kaynağı olan dinamikler etkisini kaybetti. Müslüman Kardeşler başta olmak üzere diğer toplumsal ve siyasi hareketler önemli ölçüde bastırıldı. Suudi Arabistan ve müttefikleri Arap dünyasındaki muhalif hareketlerden daha az tehdit algılar hale gelince de bunlara destek veren Türkiye'nin ötekileştirilmesinin de bir anlamı kalmadı.
Altıncı olarak, Kovid-19 krizi ile etkisi fazlasıyla hissedilen, ancak Ukrayna'daki savaş ile birlikte acil bir soruna dönüşen enerji ve gıda fiyatlarının artışının beraberinde getirdiği ekonomik kriz ülkeleri daha yakın ilişkiler içinde bulunmaya sevk etti. Türkiye'nin daha çok enerji bağımlılığı, Suudi Arabistan'ın ise daha çok gıda bağımlılığı söz konusu olunca bir nevi tamamlayıcı özelliklere sahip oldukları görülür. Birbirini tamamlayan iki ekonomi arasındaki ilişkilerin bir kazan-kazan ilişkisi olması beklenir. Özellikle, savunma sanayi konusu Türkiye'nin Ortadoğu ülkeleri, özellikle Körfez ülkeleriyle normalleşmesinin en önemli nedenlerinden biri olarak ön plana çıkmaktadır. Türkiye nakit sorunu yaşamayan Körfez ülkelerine daha fazla savunma sanayi ürünü ihraç edebilecektir. Böylece ekonomik krizin üstesinden gelmeye çalışacaktır.
Şartlar iki tarafın mevcut pozisyonlarını terk etmelerini gerektirmektedir. Her ne kadar yaşanan süreç bir uzlaşma, karşılıklı taviz verme ve anlaşma süreci olsa da yaşanan normalleşme bütüncül bir süreç değildir. Sadece iki ülkenin milli menfaatlerinin azamileştirilmesi gayreti bağlamında siyaset yapma zemininin değişmesidir. Diğer bir deyişle, iki ülke arasındaki bütün sorunların çözüldüğü anlamına gelmiyor. İki devlet arasında işbirliği yapılabilecek konular üzerinde durarak ilişkilerin genel seyrini ve ivmesini olumlu yönde değiştirme çabası söz konusudur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2017 yılından bu yana ilk defa gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ziyareti sonrasında iki ülke ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmış oldu. Suudi Arabistan'ın bölgesel ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, atılan bu somut adım, Türkiye'nin bölgesel normalleşme stratejisinin en önemli halkalarından biri olacaktır. Türkiye-Suudi yakınlaşmasının bir taraftan diğer Arap devletleriyle ilişkilerin iyileştirilmesine katkıda bulunması; diğer taraftan da Yunanistan ve YPG gibi Türkiye karşıtı bölgesel aktörlere olan desteği sona erdirmesi beklenmektedir.
[Sabah, 30 Nisan 2022].