Ne dediler onca zaman; "Türkiye bir karar versin." Halbuki Türkiye kararını vermişti. Bağımsız bir dış politika izleyecek, önüne konan, kendisine dayatılan hedefleri değil, kendi hedeflerini hayata geçirmeye çalışacaktı. Bunun için konu bazlı mikro ittifaklar kuruldu. Sap, saman birbirinden ayrıldı. Şimdi biz diyoruz ki "Amerika bir karar versin!" Bir bakmışsınız "Türkiye DEAŞ'a yardım ediyor" diyorlar. Bir bakmışsınız "Türkiye DEAŞ'la mücadelede en önemli müttefikimiz" diyorlar. Bir bakıyorsunuz "İslamcılar Türkiye'yi Batı'dan uzaklaştırıyor" diyorlar. Bir bakıyorsunuz "Türkiye stratejik müttefikimiz olmaya devam ediyor"diyorlar. Hepsi etkin görevlerde, hepsi Türkiye'yi ilgilendiren makamlarda oturan aktörlerin cümleleri. Diyeceksiniz ağzı olan konuşur, bırak ne konuşursa konuşsunlar, biz işimize bakalım. Elhak doğrudur, denebilir. Fakat somut politikalara bakıldığında ortada müttefikliğe dair bir emare de yok. Can düşmanlarımızı himaye edip kollayan bir ABD var karşımızda. Formülü de bulmuşlar. "PKK'yı silahlandır, Türkiye'yi oyala!" ABD'nin FETÖ'ye verdiği desteğe nedemeli? Defalarca söyledim. FETÖ, ABD merkezli bir terör örgütüdür diye. Evet ABD merkezli... ABD, bırakın Gezi kalkışmasıyla, 17-25 Aralık yargı ve emniyet darbeleriyle, 15 Temmuz işgal girişimiyle bile ilişkisini izah edebilmiş değil. Ellerine yüzlerine bulaştırdıkları şu sanal dava var ya. İşte o dava bile tek başına ABD'nin Türkiye'ye ne denli karşıt bir pozisyonda olduğunu ortaya koyuyor. Sadece şu FETÖ'cü komiser yardımcısının nasıl Amerika'ya kaçırıldığına, bu süreçte CIA ve FBI'nın nasıl koordineli çalıştığına bakmak bile yeterli. Önce 17-25 Aralık'ta yalan dolan belgelerle Türkiye'de hükümeti devirmeye çalıştılar. Başarılı olamayınca o paçavraları ABD'ye kaçırıp onlar üzerinden Türkiye'ye karşı yeni bir kumpas kurmaya kalktılar. Bütün bunlar ortadayken bu saatten sonra Türkiye ABD'ye nasıl güvenebilir? Güvenemez, güvenmemeli.
[Sabah, 16 Aralık 2017].