Bir önceki yazımda Türk-Alman ilişkilerinde son dönemde bir yumuşama olmasına rağmen, ilişkilerin tekrardan rayına oturtulabilmesinin önünde bir dizi tehditin olduğunu belirtmiştim. Bu çerçevede 2018 yılında Almanya iç siyasetinde yaşanacak olan gelişmeler ile Türkiye'nin Suriye'de atması muhtemel adımların Alman iç siyasetindeki yansımaları belirleyici olacak gibi gözüküyor.
Öncelikle Almanya'da devam eden koalisyon pazarlıkları sonucunda nasıl bir hükümetin kurulacağı yahut erken seçime mi gidileceği meselesi Türk Alman ilişkilerini belirleyecek olan esas faktör olarak ön plana çıkmaktadır. Şu anda CDU/CSU ve SPD arasında ön görüşmeleri biten koalisyon pazarlıklarında iki tarafında Türkiye konusunda katı tutumlarını devam ettirmek konusunda anlaştıkları basına yansıdı. İki tarafın üzerinde mutabakat sağladığı metne göre Almanya Türkiye istediği adımları atmadıkça Gümrük Birliği'nin genişletilmesini ve vize serbestiyetini bloke etmeyi sürdürecek.
Dolayısıyla yeni kurulacak olan hükümetin Türkiye ile kazan-kazan ilkesi çerçevesinde pozitif bir ajanda takip etmekten ziyade Türkiye üzerinde baskı kurarak Türkiye'yi politika değişikliğine zorlamaya çalışacakları bir ajandaya sahip oldukları görülmektedir. Bu durumun ise sürdürülebilir olmadığı geçtiğimiz dört yıllık tecrübe ile sabittir. Diğer taraftan kurulacak olan bir azınlık hükümetinin ise zayıf siyasi pozisyonundan dolayı Türkiye ile ilgili herhangi bir pozitif adım atması gerçekci bir beklenti değildir.
Türk-Alman ilişkilerini bekleyen esas tehlike ise koalisyon görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanarak Almanya'nın erken genel seçimlere gitme ihtimalidir. Büyük koalisyona yönelik SPD'nin içindeki muhalefetin gün geçtikce güçlenmesi bu ihtimali her geçen gün kuvvetlendirmektedir. Yaz aylarında gerçekleşecek olan böyle bir erken genel seçimlerin ana konusu daha önceki seçimlerde olduğu gibi yine Türkiye olacaktır. 2019 yılında Türkiye'de düzenlenecek yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine iç kamuoyunda Türkiye ile ilgili yerleşmiş olan histerik tutumdan dolayı Almanya'nın tekrardan doğrudan müdahil olacağı ise açıktır. Böyle bir senaryoda Almanya'daki seçim süreciyle başlayıp 2019 yılında Türkiye'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar sürecek olan ikili ilişkilerde yeni bir kriz döneminin yaşanması muhtemeldir.
Türkiye'nin Afrin operasyonu ise bu duruma tuz biber ekme potansiyelini bünyesinde barındırmaktadır. Zira Almanya'da medya siyaset ve akademide oldukça etkin olan PKK'ya müzahir grupların Afrin operasyonunu Türkiye karşıtı bir dezenformasyon ve ajitasyon kampanyası için kullanacakları açıktır. Daha da ötesi PKK'nın Almanya'daki militanlarının Türk vatandaşları, STK'ları ve temsilciliklerine yönelik bir şiddet dalgası başlatması da beklenmelidir. Böyle bir durumda is ikili ilişkilerin 2017 yılında yaşadığımız krizin çok daha da ötesine taşınması gayet mümkündür.
Bu gerçekleşmesi zor ütopik bir senaryo olmaktan ziyade oldukça gerçekçi bir felaket senaryosu olarak önümüzde durmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin Almanya iç siyasetini yakından takip ederek bu senaryoya hazır olması gerekmektedir. Bu çerçevede atılması gereken esas adım ise Türkiye'nin Kuzey Avrupa ülkelerinden ziyade Güney Avrupa ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmesidir. Bu şekilde Türkiye Kuzey Avrupa ülkelerini de Türkiye ile rasyonel ilişkiler geliştirmeye zorlayabilir. Bu meseleyi ise bir sonraki yazımızda daha ayrıntılı şekilde ele alalalım.
[Fikriyat, 21 Ocak 2018].