Geçtiğimiz Pazartesi günü ABD ve Rus Dışişleri Bakanları, 12 Şubat'ta Münih'te varılan anlaşmaya istinaden 27 Şubat gece yarısından itibaren başlamak üzere Suriye'de çatışan taraflara "düşmanca tavırları sona erdirmeye" yönelik bir çağrıda bulundu. Kamuoyunda oldukça yankı bulan bu çağrı iyimser bir yaklaşımla "ateşkes" çağrısı olarak yorumlandı. Çatışan tarafların ihtiyatla yaklaştığı bu çağrıya şartlı da olsa olumlu cevap verdiğine dair haberler gelmekte. Tarafların ilk başta olumlu yaklaşımlarına rağmen "ateşkesin" sürdürülebileceğine dair şüpheler de yok değil. Bu şüphelerin bazı önemli sebepleri var.
Her şeyden önce taraflar birbirine karşı güvensiz. Öte yandan çağrı metnindeki muğlaklık ve DAEŞ ile Nusra Cephesi'nin kapsam dışı tutulması saldırıların tamamıyla durmayacağını göstermekte. Dahası diğer grupların da terör örgütü olarak nitelendirilmesine zemin teşkil edecek ifadeler, söz konusu sürdürülebilirliğin sorgulanmasına yol açmakta. Ayrıca ateşkes taahhüdünü bozan tarafa yönelik nasıl bir müeyyide uygulanacağına dair bir garanti yok.
Öte yandan Rusya ve Esed rejiminin benzer olaylardaki siciline bakıldığında, bu aktörlerin sözlerini tutacaklarına dair ikna edici bir tablo yok. Yaklaşık bir yıl önce Ukrayna'daki askeri çatışmaların durması için öngörülen benzer formülün (Minsk-2) Rusya tarafından ihlal edilmesi ve Ukrayna tarafını suçlaması akla gelen ilk örnek. Suriye özelinde bakıldığında ise yine Rusya'nın DAEŞ'i gerekçe göstererek gerçekleştiği ağır saldırılar büyük oranda Özgür Suriye Ordusu, Türkmenler ve sivillere yönelikti. Dolayısıyla "ateşkes"e rağmen benzer bir senaryoyu uygulamayacağının garantisi yok.
Tam da ateşkes formülü üzerinde görüşmeler sürerken Rusya'nın "Esed'in egemenlik hakkının korunmasını" içeren taslağı BMGK'ye sunması, Suriye'nin geleceğinde Esed'e dominant bir rol verme niyetini açık etmekte. Rusya'nın bu amaç uğruna muhaliflere yönelik her türlü saldırganlığı göstermesi beklenebilir. Olumlu yaklaşımına rağmen Suriye muhalefetini en çok düşündüren nokta da burası. Bu noktada taraflara çağrı yapan ABD'ye büyük bir sorumluluk düştüğünü hatırlatmakta yarar var. Küresel krizler karşısında inandırıcılığı ve kredibilitesi sarsılan ABD'nin Rusya'yı dizginlemediği takdirde prestijinin daha fazla sarsılacağını söylemek zor değil.
[Sabah Perspektif, 27 Şubat 2016].