Türkiye'de siyasetin kutuplaşmasının insanımızı ne kadar huzursuz ettiğini ve takip edilmesi zorlaşan bir mücadele ortamı yarattığını sıklıkla konuşuyoruz. Siyasal kutuplaşmanın toplumsal gruplar arasında da öfke biriktirdiğine işaret edenler var.
Kutuplaşmanın güncel siyasette gündemi işgal etmesinin en sıkıntılı boyutu siyasetçilerin her fırsatta birbirlerine sert eleştiriler yöneltmesi değil. Üç seçimin peş peşe gelmesinin de tesiriyle belki de buna alışır olduk.
Asıl sorun başka yerde... Siyasetin gergin ve çok yoğun tartışmaları ortak uzlaşmalara varan kamusal bir nitelik kazanmıyor. Bireylerin ve toplumsal grupların ittifak ettiği, benimsediği kamusal değerleri ve kamu ahlakını tahkim edemiyoruz. Daha da önemlisi, çok sayıda faktörün etkileşim sarmalında hızla değişen toplumsal yapımızın dip dalgalarını ve sorunlarını gözden kaçırıyoruz.
Kronikleşen iktidar partisi eleştirisi sebebiyle sürekli sistem değişimi, paralelle mücadele ve "otoriterleşme" gibi makro konulara odaklanıyoruz. Halbuki hayatımızı daha fazla etkileyen mikro sorunlarımızı yeterince konuşamıyoruz. Küresel ağlar ve çeşitlenen talepler sarmalında bireyin, ailenin ve sosyal grupların yaşadığı dönüşümü yeterince ele alamıyoruz. Eğitimden kadına şiddete kadar uzanan tüm bu mikro konulara ve sorunlara bakışımız makro siyasi mücadeleler yüzünden bulanıklaşıyor.
***
Tarsus'ta üniversite öğrencisi Özgecan Aslan'ın bir minibüs şoförü tarafından vahşice öldürülmesi şapkamızı önümüze alıp düşünmemizi gerektiren vahim bir olay. Bir hayatın hem de gencecik bir hayatın söndürülmesi kelimelerin aciz kaldığı bir andır.
Özgecan'ın ailesine tüm toplumca başsağlığı ve sabırlar diliyoruz. Ancak başsağlığı dilemekten ve "elleri kırılsın" demekten daha fazlasının yapılması gerekiyor. Kastettiğim sadece "erkek şiddetini" kınamak da değil. Söz konusu vahşet, daha kapsamlı analizler ve politikalar üretilmesini mecbur kılıyor. Zira bu olay bireyin ne kadar canavarlaşabileceğini gösterdiği kadar kamusal alanın da ne kadar kırılgan olduğunu da gösteriyor...
Gündelik hayatın en kritik konularından olan insan yaşamı, güvenlik ve şiddet konularını siyasi gerginliklere malzeme etmenin de faydası yok. Bu elim hadisenin CHP lideri Kılıçdaroğlu örneğinde görüldüğü üzere, "manevi değerlerimizi, ahlaki temellerimizi güçlendireceğiz" diye iktidara gelenlerin eleştirisine fırsat oluşturması derdimize deva değil.
Aksine mikro alanlardaki sorunların üstünün örtülmesine ve yeteri kadar hassasiyetle ele alınmamasına vesile olabilir. Eşzamanlı sekülerleştirici süreçlerin işlediği sosyo-ekonomik hayatımıza yönelik "muhafazakâr demokrat projeciliklerin" daha fazla eleştiri aldığını ya da alacağını da unutmayalım. Mesele sadece aileyi ve ahlakı güçlendirmek değil. Bireyin nasıl bu kadar kolay şiddete savrulduğunu sormalıyız.
Böylesi cinayeti örtbas etmekte yardımcı olan ailenin ve arkadaşların verdiği desteği sorgulamalıyız. Taksi, dolmuş, otobüs ve benzeri kamu hizmeti yürüten araçlarda görev üstlenen kişilerin ne tür bir eğitimden ve sınavdan geçtiklerini sormalıyız. Kadına yönelik saldırılarda rahatlıkla "ceza indirimi" veren yargının kararlarını konuşmalıyız. Bir türlü olgunlaştıramadığımız kamu ahlakımızın sefaletini tartışmalıyız.
Özgecan'ın ailesinin vakur duruşu, intikamı değil sadece adaleti isteyen ve insanlık dersi veren sözleri hepimize ışık tutmalı. Özgecan'ın uğradığı vahşeti telin etmede birleşen siyasilerin de başta kadına şiddet olmak üzere toplumu ilgilendiren mikro politikaları uzun vadeli analizler eşliğinde ele alma zamanı.
Güncel siyasal gerginliklerin altında yaşananları, hepimizin ortak acılarını görme vakti.
[Sabah, 17 Şubat 2015]