Koronavirüs (Covid-19) Irak’ın siyasi, sosyal ve ekonomik cephede yaşadığı krizler listesine eklenebilecek yeni bir şey. Bu salgın Irak’ı, ülkenin en kırılgan ve en zayıf durumlardan geçtiği, geçici hükümetin Ekim 2019’da başlayan kitlesel protestolar sonucu karmaşa yaşadığı bir zamanda 2020’nin Şubat sonlarına doğru etkilemeye başladı. Salgının hızla yayılmadığı ve henüz zirve yapmadığı bir süreçte bile Irak’ın sağlık sistemi salgınla başa çıkacak araç eksikliği nedeniyle kaos içindeydi. 2003 sonrasında birbirini izleyen hükümetlerin yolsuzluğu nedeniyle altyapı ve hizmet sunumu kalite ve kapasite yönünden son derece zayıftı. Şimdi ise enfekte insan sayısının artması nedeniyle (Bağdat ve güney illerinin çeşitli bölgelerinde günlük vaka sayısı yüzlerce artıyor) Irak’taki sağlık sisteminin çökmesinden endişe edilmektedir. Vakaların giderek yükselmesi ve çeşitli hastanelerin karantina merkezlerine dönüştürülmesi nedeniyle Iraklı yetkililer salgını kontrol altına almak konusunda ikilemde kalmaktadır.
Bazı raporlar Irak’taki gerçek vaka sayısı konusunda şeffaflık eksikliği olduğunu işaret etmektedir. Başbakan Mustafa Kâzımî, günlük epidemiyolojik durum hakkında bilgi verme yetkisini yalnızca Sağlık Bakanlığına vermiştir. Iraklı doktorlar ise vakaların test edilmesi için Irak’ın yeterli laboratuvarlara sahip olmadığı uyarısında bulunmaktadır. Bu nedenle gerçek vaka sayısı tam olarak bilinememektedir. Öte yandan aktivistler Bağdat ve Basra’daki bazı mahallelerin salgının ciddi oranda yayılması nedeniyle kapatılarak karantina altına alındığını ifade etmektedir. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) ise durum biraz farklı. Sınır kapılarının (İran ve Irak vilayetleri ile) erken kapatılması sayesinde vaka sayısı hala sınırlı. Geri dönen Iraklı ziyaretçilere sıkı karantina tedbirleri uygulanıyor. Bölgesel sağlık sistemi yeterince gelişmiş değil ancak Irak’ın geri kalanından daha iyi durumda.
Siyasi açıdan halen dışişleri ve petrol bakanlıkları boş olan Mustafa Kâzımî hükümetinin kurulmasından sonra siyasi ortam ihtiyatlı bir sükunet durumuna tanık olmaktadır. Nitekim salgın nedeniyle protesto gösterileri durdurulmuş, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İran’ın en acil iç sorunlarını kontrol altına almakla meşgul olması nedeniyle Irak’taki bölgesel gerginlik geçici olarak azalmış durumdadır. Salgının önlenmesi ve yayılımının azaltılmasına yönelik önleyici tedbirler, göstericilerin toplandığı çadırların kaldırılması ve gösteri alanlarının boşaltılması sayesinde İran nüfuzu aleyhindeki protestolar krizinin şiddetini dindirmek için gerekçe teşkil edecektir. Böylelikle İran yanlısı milisler aktivistlerin peşine düşüp tutuklama, belki de suikast düzenleme imkanı bulacaktır. Bu da Kâzımî hükümetinin en az bir yıl sürebileceği ve Iraklılara vadettiği erken seçimlerin ertelenebileceği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla mezhep kotaları ve yozlaşmış partiler arasındaki makam paylaşımına dayalı siyasal süreç sürdürülecektir.
Öte yandan Bağdat ile Erbil arasındaki gergin ilişkiler çeşitli nedenlerle geri dönecektir. Bunların başında iki taraf arasındaki ekonomik sorunlar ve finansal yükümlülükler gelmektedir. Zira Peşmerge güçleri dahil bölgedeki tüm memurların maaşlarının ödenmesi güvencesine karşılık IKBY ile yapılan Bağdat anlaşması uyarınca günlük üretilen petrolden 250 bin varilin Erbil yönetimi tarafından Irak Petrol Pazarlama Şirketi’ne teslim edilmesi gerekmektedir.
Tüm bu gelişmeler Irak Parlamentosundaki çeşitli siyasi blokların ülkenin maruz kaldığı krizler karşısında taraflı olmak ve Parlamento oturumlarını uygun bir şekilde yönetememek suçlamasıyla Meclis Başkanı Muhammed Halbusi’yi görevden almak üzere harekete geçmeye başladığı bir zamanda gündeme gelmektedir. Bu çatışma Parlamentonun feshedilmesine yönelik çağrıların artmasına dolayısıyla yasama otoritesinin işlevsizliği halinde devlet kurumları arasında dengesizliğin ortaya çıkmasına neden olabilir. Bundan dolayı salgındaki artışın bir yandan iç güçler tarafından kartları yeniden karma fırsatı diğer yandan da egemen partiler ve silahlı milisleri tarafından ABD ile müzakere edebilecek güçlü bir konum kazanmak üzere nüfuzlarını güçlendirme fırsatı olarak görülmesi muhtemeldir.
Nitekim Bağdat yönetimi “Washington ile stratejik diyalog” müzakerelerine başlamaya hazırlanmaktadır. Bu diyalog haddizatında 2008’de imzalanan “stratejik çerçeve” anlaşmasında belirlenen bağlamda iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesine yöneliktir ve DEAŞ’a karşı yürütülen savaşın başından beri iki ülke arasındaki ilişkilerde geçerli olan askeri ve güvenlik anlaşmalarının ötesine geçen ve mali, ekonomik ve kültürel yönleri de düzenleyen bir süreç olacaktır.
Ekonomi tarafında ise Bağdat yönetimi şu ana kadar henüz resmi olarak açıklanmayan muazzam bir açıkla karşı karşıyadır. Nitekim Maliye Bakanlığı söz konusu açığın bu yıl için 45 milyar dolara ulaşabileceğini öngörmüştür. Ayrıca hükümet yüksek maaşların azaltılması gibi birtakım çözümlerden söz etmektedir. Belki de IMF ve bazı ülkeler aracılığıyla düşük memur maaşlarını karşılamak için daha fazla kredi arama yoluna başvurabilecektir. Nitekim Irak maliye bakanı Suudi Arabistan’a düzenlediği ziyarette üç milyar dolar kredi talebinde bulunmuştur. Ekonomik durumu kurtarmaya yönelik bir hükümet planı henüz olmadığı gibi yeterli finansal rezervler de mevcut değildir. Merkez Bankasının rezervlerindeki azalma ise yerel para biriminin değerinin düşmesine neden olacak ve böylece vatandaşların satın alma gücünü doğrudan etkileyecektir.
Devletin yedi milyon memurun maaşını karşılayamaması siyasi kesimler üzerinde ciddi bir tehdide neden olabileceği gibi işsizler, gündelik ücretlerle çalışanlar ve sınırlı gelire sahip olanların sıkıntılarını daha da artıracaktır. Bu ekonomik çöküş aynı zamanda DEAŞ’a karşı savaştan etkilenen bölgelerdeki yeniden imar süreçlerinin uzun süre ertelenebileceği dolayısıyla bu bölge halklarının hükümetten ve egemen partilerden daha fazla nefret edebileceği ve Irak’ta DEAŞ’a yönelik sempatinin artmasına neden olabilecek koşulların geri dönmesi anlamına gelebilecektir.
Bu bağlamda ortaya çıkan bir başka olasılık da rejimi felç edecek, silahlı kuvvetlerin kontrol altına alamayacağı ve şu anda ABD’de yaşandığı gibi kaosa dönüşebilecek ciddi bir güvenlik sorunu doğuracak büyük bir halk isyanının patlak vermesidir. Ayrıca salgının Irak ordusu ve güvenlik güçleri arasında yayılması, sivil ve askeri hastanelerin ciddi bir yetersizlikle karşı karşıya gelmesi olasılığı da not edilmelidir. Böyle bir durum ise güvenlik güçlerinin DEAŞ’a karşı sürekli askeri operasyonlar düzenlediği bölgelere konuşlandırılmasını olumsuz etkileyecektir. Kuşkusuz DEAŞ ise bu fırsatı istismar ederek ve önümüzdeki ABD-Irak diyaloğuna paralel olarak güvenlik denklemini değiştirebilecek saldırılara yönelebilecektir.