3. çeyrek Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla verileri yarın açıklanacak. Mevcut veriler ise, net ihracatın güçlü etkisini kaybettiğimiz bir dönemi geride bıraktığımıza işaret ediyor. Yılı nasıl kapatacağımız hususunda da, son çeyrekteki ihracat performansımız belirleyici olacak. Ekim ayında bir miktar serpilme gösteren ihracatta, Kasım’da ise sendeleme belirtileri var.
İhracatçımız azimle uğraşıyor ancak bölgesel olumsuzluklar da varlığını sürdürüyor. Irak ve Rusya pazarlarımız kaoslarla hala daralırken, Avrupa ise yavaşlamanın etkilerini hafif hafif yansıtıyor.
Aslında 2014, ihracatın atak yapacağı bir yıl olabilecekken, söz konusu gelişmeler, potansiyelin önünde sürekli engel çıkardı. Yılın son haftalarını yaşarken, ihracatçının, koca bir yılı iki unsura odaklı geçirdiğini görüyoruz: Gevşek global büyüme ve jeopolitik krizler.
Yeni yıla girmeye hazırlanırken, bu problemlerin ortadan nasıl kalkacağı da meçhul. Jeopolitik sorunlar kısa sürede çözümlenebilme şansına sahip gözükmezken, ekonomik toparlanmanın da yavaş geleceği anlaşılıyor. Tabii iyi gelişmeler de yok değil. ABD, Mısır ve İran pazarlarımız cazip hızlarla büyümeyi sürdürüyor. Risklerin devam edeceği önümüzdeki dönemde, bu pazarlar öne çıkan fırsatlar arasında yer alabilir.
TİCARET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR
ABD demişken, aslında ihracatımızın geleceğine ilişkin daha da kritik bir mesele akla geliyor. O da, Obama’nın hayat vermeye çalıştığı iki mega ticaret anlaşması: Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) ve Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP).
ABD, TPP kapsamında 11 Pasifik ülkesiyle bir çatı altına gelmeyi planlıyor: Avustralya, Bruney, Kanada, Japonya, Şili, Malezya, Meksika, Y. Zelanda, Peru, Singapur, Vietnam. TTIP ile ise, Atlantik’in öbür yakasındaki AB ile dünyanın en büyük ticari işbirliğine imza atmaya hazırlanıyor.
Dolayısıyla bu iki dev proje, hayata geçmeleri durumunda, dünya ticaretine yeniden şekil verecek diyebiliriz. Özellikle TTIP ile bir araya gelen ABD ve AB, küresel ekonominin geleceğini, Çin başta olmak üzere yükselen güçlere bırakmayarak, başrolde olacakları mesajını veriyor. Bu bağlamda TTIP’in, global ticarette “oyun değiştirici” olacağı şimdiden biliniyor.
Blokların dışında kalan 3. ülkeleri, düzenlemelerin yanı sıra etkileyecek en önemli husus, elbette ekonomik ilişkilerin tehdide uğrama riski. Zira TTIP ve TPP’yi bir arada ele aldığımızda, dünya ticaretinin ağırlıklı kısmının bu iki ana eksende yoğunlaşacağını söyleyebiliriz. Dışarıda kalmayı kim ister?
DÂHİL OLMAK ZORUNDAYIZ
Pasifik’i bir yana koyalım; Türkiye’nin ismi, Atlantik tarafında henüz yok. Oysa Gümrük Birliği (GB) ile göbeğimizin yıllardır bağlı olduğu AB’nin taraf teşkil ettiği TTIP’te olmamız, hayati öneme sahip. Aksi takdirde, hem Amerikan ürünleri Türkiye’ye tek taraflı gümrüksüz girebilecek, hem de ABD pazarında AB karşısında rekabet gücümüzü kaybedeceğiz.
Ticaret sapmalarını da getirecek bu durumu önlemek amacıyla, TTIP’e dâhil olma girişimlerimiz sürüyor. Anlaşmanın “otomatik olarak GB ülkelerine uygulanır” maddesi içermesi en pratik çözüm ancak taraflar buna sıcak bakar mı; belli değil. AB Bakanımız Bozkır ise geçenlerde, düzenlemeler yapılmazsa, GB’nin dondurulabileceğinin veya 3. ülkelere GB avantajlarının uygulanmayacağının altını çizerek dik bir duruş sergiledi.
Bu arada, uzun süredir haklı bir talebimiz olan GB kapsamının genişletilmesi, yeni Avrupa Komisyonu’nun eğileceği konular arasında belirirken, TTIP’i de ilgilendiren 3. ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşması (STA) düzenlemelerine ilişkin pek ses çıkmaması da düşündürücü. Bu bağlamda bizim de, B planı olarak ABD ile bir STA imzalama ihtimalimiz bulunuyor. İhtimalin yüzdesi ise meçhul...
ENDİŞE YARATIYOR
TTIP endişesi, sadece bizde değil, Atlantik’in iki yakasında da hâkim. EFTA’nın Norveç ve İsviçre’si gibi, taraflarla entegrasyonu olan ülkeler de durumdan tedirgin. Önümüzdeki süreçte, blokun kapsayıcılığı konusunda onlarla da sıkı iletişimde olmamız güç verecek.
Sonuçta, global ticaret yeniden şekillenirken, ana bir eksende yer almadığımız takdirde 2023 hedeflerine ulaşmamız zorlaşacak. Bu nedenle TTIP, Türkiye için hem fırsat hem de tehdit niteliğinde...
Öte yandan, TTIP ve TPP’nin dünyanın geri kalanı üzerindeki muhtemel etkilerinin, “kapsayıcılık” vurgusu yapmayı düşündüğümüz G20 dönemimizde öne çıkarılması da anlamlı olacaktır.
Ne de olsa; ABD önderliğinde tohumları atılan yeni düzenin, “serbest ticaret” nosyonunu ne derece benimsediği tartışılır. Ünlü ekonomist Stiglitz’in tabiriyle, “yönetilen” bir ticaret rejimi hedefleniyor desek, daha doğru olur.
Hâkim güçlerin, hâkimiyeti kaptırmamak adına inşa etmek istediği yeni bir düzen bizi bekliyor.
Mücadele hiç bitmiyor.
[Yeni Şafak, 9 Aralık 2014]