Birkaç yıldır hasretini çektiğimiz bir ortamın içindeyiz. Siyasi alanda birlikteliği, mutabakatı, uzlaşmayı somut şekillerde tecrübe ediyoruz.
Binali Yıldırım, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'ın davetiyle bir araya geliyor, birlikte Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı somut tehditleri nasıl bertaraf edebileceklerini, yeni dönemde ne tür adımlar atılabileceğini müzakere ediyorlar.
Bu ortamı korumaya gayret etmeliyiz. Bunun için de birkaç hususu akıldan çıkarmamak gerekir. Bu mutabakat ortamını siyasete armağan eden, milletin ta kendisidir. Milletin ortak düşmana karşı mücadele ederken gösterdiği azim ve kararlılık yeni bir siyasal enerji doğurmuştur. Siyasi parti temsilcilerinin bu enerjiye duyarsız kalması düşünülemez. En çetrefilli dönemlerde dahi Türkiye'de sosyolojik olarak bir "toplumsal kutuplaşma"dan değil, bir "siyasal kutuplaşma"dan bahsedilebileceğini söylüyorduk. Bunun en somut halini o uzun 15 Temmuz gecesinde gördük.
***
Bir diğer husus da şudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kuşatıcı liderliği bu sürecin asli parçasıdır. Erdoğan'ın liderliği bu milletin sadece kabullendiği değil, aynı zamanda devamını talep ettiği bir liderliktir. Maşeri vicdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliği olmaksızın bu büyük taarruzdan zaferle çıkamayacağımızın çok net farkındadır.
Millet, Cumhurbaşkanını sadece 15 Temmuz gecesindeki kuşatmayı yarmak için gösterdiği gayret nedeniyle değil, 3 yıldır bu ülkeyi kuşatmaya kalkan şer şebekelerine yönelik gösterdiği gayret nedeniyle de takdir etmektedir. Elbette gerekçesiz ve irrasyonel Erdoğan düşmanlığıyla kendisine siyasi yığınak yapmak isteyenler yine olabilir. Ancak bilinmelidir ki bunu yapanlar bu mutabakat ortamına kast edenlerin bizatihi kendileri olacaklardır.
***
Altı çizilmesi gereken bir başka husus daha var. Şu anda toplum, "devletin darbeci teröristlerle, FETÖ'yle, onun arkasındaki uluslararası suç şebekesiyle bir an önce hesaplaşması gerektiği" konusunda geniş bir mutabakata sahiptir. Millet bu konuda devletten kararlı bir duruş ve gerçek bir arınma istiyor. Devletin bütün kurumlarının kendisini bu "olağanüstü hal"e uyarlamasını bekliyor. Geçmiş dönemdeki ertelemeci, kafa karıştırıcı ve silik tutumların terk edilmesini talep ediyor.
Bu milletin hakkıdır. Bütün devlet kurumlarının üzerinde milletin bu emaneti vardır. Şu anda bu devlet kurumlarında yer alan, kamu otoritesi kullanan herkes bu emanete sahip çıkmakla yükümlüdür. Milletin nöbet tuttuğu bir vakti mübarekte devletin bütün kurumları da nöbette olmak durumundadır.
***
Yok öyle 9-5 mesaiyle paralel devlet yapılanmasıyla, FETÖ ile mücadele! Unutmayalım ki FETÖ, gündelik hayatın içinde yer etmiş, mesleki alışkanlıkların ve zaafların beslediği boşluklardan yararlanarak devlette çöreklendi. Bu saatten sonra meslek veya kurum taassubu içinde hareket edeni millet affetmez. İçinde olduğumuz bu milli mücadele sürecinde, elindeki kamu otoritesini "bekle gör politikası" ile çarçur edenler şer şebekelerinin ekmeğine yağ sürdüklerini bilmelidirler.
FETÖ'ye "göz yumanlar" biraz da "9-5 mesailerini daha sorunsuz geçirmek" için bunu yapmadılar mı? Kimsenin mesleki konforu bizi ilgilendirmiyor. Nasıl ki milletin konforu bozuldu, nasıl ki millet yürüdü tankların üstüne; şimdi de elinde kamu otoritesi olan herkes o tankları hareket ettiren terör örgütüne karşı yürüyecek!
Geçmişte yürümeyenleri konuşmayı, "şimdilik" kaydıyla bir kenara bırakalım. Ama şu saatte de yürümezlerse, bu saatte de FETÖ ihanetini çökertmek için gecesini gündüzüne katmazlarsa işte o takdirde bu şebekenin suç ortağı olmuş olurlar. Bu da böyle biline!
[Sabah, 27 Temmuz 2016].