Seçimler yaklaşırken birbirinden ilginç tartışmalara tanıklık ediyoruz. Bu seçimler öncesinde, daha önce olmayan yeni bir durum var. Bu seçimlerde muhalefet partileri kendilerine ana muhatap olarak Cumhurbaşkanını alıyor ve ona karşı söylem üretme çabası içerisine giriyorlar. Muhalefet partileri bir parti lideri imişçesine Cumhurbaşkanını eleştiriyorlar. Burada muhalefet partilerinin uzun yıllara dayanan bir alışkanlığından bahsedebiliriz. Nihayetinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, yıllar yılı iktidar partisinin genel başkanı olarak karşılarındaydı. Yıllarca Erdoğan'a karşı siyaset yaptılar. Hatta ve hatta onlar için siyaset yapmak, Erdoğan karşıtlığı yapmakla eşdeğer hale geldi. Bu psikolojiden çıkmak kolay olmayabilir.
Fakat artık devir değişti. Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu. Ne yazık ki muhalefet partileri bunu kabullenebilmiş değiller. Günümüz siyaset ortamında Cumhurbaşkanı'nın söylem ve tavırlarını konuşmadan önce bu çıplak gerçeği göz önünde bulundurmak durumundayız. Muhalefet partilerinin liderleri halkın yarısından fazlasının oyunu alarak birinci turda seçilen cumhurbaşkanını tanımıyorlar.
Bunu açıkça deklare etmekten de geri durmuyorlar. Toplumun teveccühünü ve seçmenin kararını yok sayıyorlar. Seçmenin kararını tanımayarak, toplumsal gerçekliği görmezden geliyorlar. Bunun siyaset bilimindeki karşılığını bilmiyorum ama gündelik dildeki karşılığı net: Mızıkçılık. Bu mızıkçı tavır nedeniyle hala reel bir siyasi müzakere, eleştiri ortamından söz edemiyoruz. Bunların yerine hakaret ve sataşma geçiyor.
***
İşin garip tarafı, muhalefet partileri giderek dozunu artırdıkları Erdoğan karşıtlığına rağmen sözü sürekli Erdoğan'ın tarafsızlığı meselesine getiriyorlar. Gerçekten de halkın oylarıyla başa gelmiş bir Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığı ne demektir?
Cumhurbaşkanının tarafsızlığı meselesi çok karmaşık bir mesele değil. Çok basit bir mesele: Cumhurbaşkanının siyasi partilere eşit bir mesafede olması. O kadar. Tarafsızlık meselesi öyle bir mite dönmeye başladı ki, neredeyse Cumhurbaşkanının Türkiye'nin geleceğine ilişkin herhangi bir vizyona sahip olmaması gerektiği iddia edilecek. Cumhurbaşkanı, bir boşlukta görev icra eden, fikirsiz, perspektifsiz bir aktör gibi ele alınmaya çalışılıyor.
Cumhurbaşkanı açık ve net bir biçimde bütün partilere eşit mesafede olduğunu ilan ediyor. Fakat diğer taraftan da kendisinin "milletin tarafında" olduğunun altını çiziyor. Buradaki sembolizmi hiç kuşkusuz herkes görüyor.
Cumhurbaşkanı "milletin tarafında" olduğunu belirterek vesayet odaklarına karşı halkın, bürokratik oligarşi karşısında siyasetin, uluslararası manipülasyonlara karşı yerli duruşun yanında olduğunu ifade ediyor.
"Cumhurbaşkanının tarafsızlığını yitirdiği" yönündeki eleştirileri dile getirenlere soracak olursanız "Cumhurbaşkanının genel seçimlere doğru giderken halka seslenmesi ve konuşmalarında muhalefet partilerini eleştirmesi kabul edilemez."
Bir kere, halkın yüzde 52'sinin oyuyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanının doğrudan kendisini muhatap alan muhalefet partilerine cevap vermemesi düşünülebilir mi? İkincisi, Cumhurbaşkanının seçimler sürecinde halka seslenmesi demokrasi kültürümüze katkı yapan bir durum.
Cumhurbaşkanı bu süreçte iki şey yapıyor. Birincisi, siyasete katılımı artırmaya çalışıyor. Daha fazla seçmeni sandık başına çağırıyor.
Bundan daha önemlisi, sistem değişim ihtiyacına dikkat çekiyor ve topluma Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu yeni sistemin ayrıntılarını anlatıyor.
Başkanlık sistemine, yeni anayasaya dikk