Trump politikalarının küresel jeopolitiği ve ekonomiyi nasıl şekillendireceğine dair senaryolar genellikle belirsizlik üzerine odaklanıyor. Belirsizlik, negatif yönlü. Küresel ekonomi ve jeopolitikte derinleşen kriz alanları üzerinden yaşanan ayrışmaların, ulusal siyasetlerin kırılganlığını artırma ihtimali yüksek. Batı siyasetleri, radikal sağ partilerin yükselişine cevap ve çözüm üretemedi. Daha somut bir ifadeyle, toplumsal sorunlara, beklenti ve taleplere iktidarlar çözüm üretemeyince, çığ etkisiyle radikal siyasetlerin söylem alanları genişledi. Yeni medya teknolojilerinin imkânlarından yararlanan popülist siyasetler, yönetimlere karşı memnuniyetsizliği artırdı. Kaygı ve umutsuzluk, geleceğe yönelik güvensizliği derinleştirdi. İktidar partileri, popülizmle mücadelede doğal olarak başarısız oldular. Çok uzun sürmeyen bir dönemde siyasetlerin merkezi aşındı. Gelişmiş ülkelerde, seçimlerden sonra hükümet kurma süreleri uzadı. İktidarların ömürleri kısaldı. Yönetimlerde istikrarsızlık sorunu ortaya çıktı. Böyle bir dünyada, seçimleri çok güçlü bir şekilde kazanan Trump, kendi değer ve düşünce dünyasının yayılması için kırılgan yönetimlerin zafiyetlerinden yararlanıyor. Ne düşünüyorsa hayata geçirmek için, stratejiye bile ihtiyaç duymadan, taktik hamlelerle sonuca gitmeye çalışıyor. Dünya siyasetinin hâli pürmelali bu.
Türk Siyasetinin İstisnailiği
Gelelim Türk siyasetine... Yazının bundan önceki kısmı Türk siyasetiyle ilgili uzun süredir yanlış yürüyen bazı tespit ve değerlendirmeleri daha iyi çerçevelendirmek içindi. Meselenin özü kısaca şu: Türkiye'de her türlü olup biteni iktidar karşıtlığı üzerinden yorumlayanlar, içeride yaşananları hâkim paradigmanın peşine takılarak ele alıyorlar. Küresel hâkim paradigma, son on yıllık dönemde Türkiye siyasetini analiz ederken, Tayyip Erdoğan'ın seçim kazanmasını "popülizm" ve "rekabetçi otoriterlik" üzerinden açıklama kolaycılığına düştüler. Halbuki, Batı popülist siyasetlerini -yabancı düşmanlığı, göç karşıtlığı, karşılığı olmayan ekonomik vaatler vb. gibi konularda- kopyalayan muhalefetti. Muhalefetin aşırı popülist söylemlerine rağmen, Batılı ülkelerden farklı olarak siyasetin merkezinin aşınmasını engelleyen en önemli güvence siyasal sistem değişimi ve güçlü siyasi liderlikti. Erdoğan, iddia edildiği gibi "rekabetçi otoriterlik" ya da "popülist siyasetlerle" seçim kazanmadı. Popülizmlere karşı mücadele ederek, güven oluşturan liderlikle, toplumsal sorunlara çözüm üretme ve meşruiyetini her seçimde yükseltme başarısıyla seçim kazandı. Muhalefet ise, toplumun tümünün sorunlarıyla ilgilenmek, onlara çözüm önerisi geliştirmek ve en nihayetinde toplumun genelinin iyiliğini ve refahını hedeflemek yerine, parçalı ve popülist bir siyaset takip etti. Toplumun belirli kesimlerinin şikâyetini afili siyasi söylemlerle yeniden dile getirdi. Mücadele görüntüsü altında, toplum ve medya seçkinlerinin söylemlerini ve gündemlerini siyaset diye sadece tekrar etti. Bugün için muhalefet, hâlâ kendi ürettiği toksik siyasetin girdabından çıkamıyor. Son günlerde, yargı- siyaset üzerinden devam eden siyasal tartışmaları da bu çerçevenin içine yerleştirmek gerekir. Bugün muhalefet partileri, kendisine yakın medya seçkinlerinin oluşturduğu gündemin peşine takılmış durumda. Tek gündemleri kendi medyasının oluşturduğu tartışmaları takip etmek. Böyle olunca da, toplumun genelinin sorunlarıyla ilgilenemiyorlar. Parçalı siyasetle günü kurtarmaya çalışıyorlar. Muhalefetin yapması gereken, kendi tabanının hassasiyetlerine ek olarak, Türkiye'nin sorunlarına da ayağı yere basan çözümler üretmesidir. Eksikliklerine rağmen, küresel düzlemde ulusal siyasetlerin kırılganlık sorunu Türkiye siyasetinde büyük bir problem oluşturmuyor. Siyasetin merkezini aşındıran girişimlerin sonuçları görüldü. 2016 sonrası MHP, AK Parti ve CHP'den ayrılanlar, iddialı partiler kursalar da başarılı olamadılar. Gelinen süreçte, bu partilerin milletvekilleri, kendilerine geçecek parti arıyorlar. Hatta ana partiden ayrılıp kendi partisini kuran bazı genel başkanlar, eski partilerine dönmenin hesabını yapıyorlar. Toplumun ve siyasetin, hızlandırılmış bu gerçeklerle daha erken yüzleşmesi Türkiye'nin hayrınadır.
[Sabah, 31 Ocak 2025]