Psikolojide genellikle kişiler ve bireysel durumlar için kullanılan ‘istem dışı körlük’ (inattentional blindness) ya da ‘algısal körlük’ (perceptual blindness) hali; gruplar, şirketler, devlet kurumları, karar alıcılar ve politika yapıcılariçin de söz konusu olabilir. Önceki bir hatayı telafi etmek üzere aşırı çaba sergileme; herhangi bir sorunu gereğinden fazla önemseme; kişilere, mekânlara, olaylara taşıdıklarının ötesinde anlamlar ve değerler yükleme... Bu ve benzeri tarzdaki motivasyon ve saiklerle bazen bir şeye o kadar fazla ve o kadar uzun süre odaklanırsınız ki, gözünüzün önünde olup biten şeylere karşı körleşmeye başlarsınız. Kuşkusuz, bazı durumlarda, bütün dikkat ve çabayı belirli bir noktaya yoğunlaştırmak faydalı ve etkilidir. Zira konuyu ya da meseleyi daha kapsamlı ve detaylı kavramanızı sağlar. Bu şekilde belki, çoğunluğun farkına varamadığı ince nüansları yakalar, kritik ipuçlarını birleştirir ya da sessizce yaklaşmakta olan bir tehlikenin uyarı ikazlarını en yüksek tonda duyarsınız. Ancak tüm bilginizi, yetkinliğinizi, enerjinizi, emeğinizi, zamanınızı ve paranızı sadece ‘odaklanılmış kişi/olay’ üzerinde harcarsanız; işte o zaman, belki kendi kendinizi çok daha büyük risk ve tehlikelere sürüklemiş olursunuz. Mesela hayatiyet arz eden hususları çok net ve belirgin olmalarına rağmen gözden kaçırır ve böylesi bir zafiyet halinde de eyleme geçemezsiniz. Dolayısıyla bazen elzem gördüğünüz ve size zamanında büyük avantajlar sunan bir konuya odaklanma sürecinde haddinden fazla uzatmalara giderseniz, kendinizi dezavantajlı bir durumun içerisinde bulabilirsiniz. Dahası, istem dışı körlüğe duçar olmuş kişiler ya da kurumlar, genellikle bu durumun yarattığı etkinin farkında bile olmazlar ki; aslında bu etki, kendi davranışları, algıları ve yaklaşımları üzerinde belirleyici bir rol oynar.
YENİ GÜVENLİK KODLARI
Özellikle savunma ve güvenlikle ilgili kurum ve kuruluşların; uzun süreli istem dışı körlüğün içerisine düşmeleri halinde, bundan kaynaklanacak zafiyetin doğuracağı bedel çok daha ciddi ve hatta telafisi imkânsız olacaktır. Zira böyle bir körlük, gerçekte ihtiyaç duyulan ve derde deva olacak, fakat farkındalık gerektiren detay ve bilgilerin gözden kaçırılmasına yol açacaktır. Dolayısıyla bu kurumların bilgiyi toplama ve kıymetlendirmede sergileyebilecekleri zafiyet; aynı zamanda, kendilerine karşı sorumlu oldukları karar alıcı ya da politika üretici makamlara da doğru zamanlı, kesin ve etki yaratacak seçenekleri sunmalarına engel teşkil edecektir. Bilhassa kurumlar söz konusu olduğunda, bu körlüğün kaynağı bizzat o kuruma egemen olan kendi ‘kültürel yapısı’ ya da ‘alt kültürü’ olabilir. Şöyle ki, kuruma egemen olan belirli ‘kültürel kodlar’, tepeden tırnağa tüm kadroları etkisi altına aldığında; bu kodlar, tehdit algılamasının yönünü de belirleyecektir. Kaldı ki, bu kodların kapsamı alanı dışındaki gelişmeler, ne kadar yeni tehdit alanlarına ve risklereişaret etse de; kurumların sinyal alıcılarının frekansları dışında kalacağından, yeterince ve doğru şekilde okunup fark edilmeyecektir. Yine, kurumların maruz kalabileceği istem dışı körlük, uzunca bir süre aynı noktaya bakmaktan neşet eden bir bağımlılığın gelişmesiyle de alakalı olabilir. Hatta bazen kurumların bu bağımlılıkları, öyle bir düzeye ulaşır ki; kendi istikballerini, bağımlısı oldukları tehdit unsurunun idamesinde görürler. Buna en çarpıcı örnek, Soğuk Savaş’ın henüz sona erdiği yıllarda, karşı bloklardaki ülkelerin istihbarat örgütlerinin büyük bir boşluğa düşmeleri ve varlık nedenlerinin sorgulanır hale geleceği endişesiyle yeni düşman arayışı içerisine girmeleridir. Nitekim Soğuk Savaş boyunca, ABD başta olmak üzere, Batı’daki tüm istihbarat teşkilatlarının odağında tek bir hedef vardı: SSCB. Belki de o dönemde teşekkül ettirilen birçok kurumun varlıklarını idame sebebiydi bu. Ne var ki SSCB’nin yıkılmasını müteakip sadece istihbarat teşkilatlarının değil, NATO gibi bölgesel bir savunma örgütünün misyonu ve varlık nedeni dahi sorgulanır hale geldi.
SAVUNMANIN KAPSAMI
Günümüzde, bir taraftan istem dışı körlüğe yol açabilecek birçok ve çeşitli faktör söz konusu iken; diğer taraftan da bir o kadar envai çeşit risk ve tehdit unsuru zuhur etmektedir. Bu minvalde, iki örnek sunulabilir. Birincisi, İngiltere’nin 2015 Kasım’ında yayınladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ne de yansıdığı gibi; siber saldırıların geleneksel tehdit algılamalarının ötesinde her geçen gün gittikçe daha yoğun bir biçimde güvenlik ve savunma konsepti içerisine girmesidir. İkincisi ise, ABD Savunma Bakanlığı’nın bünyesinde; akciğer, meme, rahim, prostat vb. farklı tür kanserlerin yanı sıra otizm, alkol ve madde bağımlılığı, multiple skleroz, spinalkord yaralanması, Körfez Savaşı hastalığı gibi spesifik sağlık sorunlarına dönük araştırma merkezlerinin teşekkül ettirilmesidir. Bu merkezler, dünya genelinde birçok araştırmacı ve bilim adamına çalışma imkânı sunmakta ve teşvik amaçlı burslar vermektedir. Ancak sanıldığı gibi bu merkezler yeni kurulan yapılar da değildir. Örneğin ABD Savunma Bakanlığı Meme Kanseri Araştırma Merkezi Programı (DoDBCRP), 1992 yılında kurulmuştur. Ulusal Kanser Enstitüsü’nün verilerine göre, 2010 yılında meme kanseri tedavisi 16,5 milyar dolar civarında bir maliyet getirmiştir. Bugün ABD’de her 7 kadından 1’inin meme kanserine yakalandığı düşünülürse, bu maliyetin gittikçe arttığı aşikârdır. 2015 mali yılında, sadece meme kanseri araştırma programı bütçesinin 120 milyon dolar olması ve dahası ABD’nin meme kanserini bir “ulusal güvenlik meselesi” olarak görmesi dikkat çekicidir. Görülmektedir ki; artık sadece askeri tehditler değil, sosyal hayatı etkileyen hastalık vb. şeyler de, güvenlik ve savunma kurumlarının ilgi ve araştırma alanına dâhil olmuştur. Bu nedenle devlet ve kurumlarının, istem dışı körlüğe düşmemeleri için; ilgi sahalarını genişletmeleri, kurum kültürünü gözden geçirmeleri, gerekirse kodlarını yenilemeleri ve değişen koşullara kolay adapte olmalarını sağlayacak bir esneklik kazanmaları icap etmektedir. Keza Türkiye’deki devlet kurumlarının da kendilerini istem dışı körlükten muaf sanmamaları; bu doğrultuda kendilerini bir teste tabi tutarak, yurtdışındaki türdeş kurumlardaki yeni trend ve gelişmeleri referans almak suretiyle, objektif bir özeleştiri yapmaları gerekmektedir. Ne yazık ki geçmişte, Türk siyasi tarihinin belirli dönemlerinde; ülkenin, bütün enerjisini suni tehdit algılamalarına harcayarak, yanlış hedeflere yöneldiği ve bu suretle gerçek risk ve tehditleri gözden kaçırdığı malumdur.
[Star Açık Görüş, 27 Aralık 2015]