Arap Baharı olarak isimlendirilen süreç Ortadoğu’da bütün kartların yeniden karılmasına sebep oldu. Bu sürecin farklı tezahürler ve metotlarla hedef aldığı bölgesel statüko, bir taraftan neredeyse asırlık ittifak ve rekabetin flulaşmasına diğer taraftan da birçok meselede artık görmeye alıştığımız “garip” ittifakların kurulmasına sebep oldu. Bu endişelerin merkezinde de bölgesel statükoya en büyük ve sürdürülebilir meydan okumayı sunan İslami siyaset yatmakta. İslamcıfobi bölgesel ve küresel statükocu aktörlerin eylem planını ve ideolojisini tayin etmekte; yeni ittifaklar da yine bu ideoloji üzerine tesis edilmekte.
Suudi Arabistan’ın ve çırağı Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) temsil ettiği Körfez monarşileri mezkur İslamcıfobi’nin en pervasız sahiplenicilerinden. Arap Baharı sürecinin başında kartlarını oldukça açık oynadılar. İki örnek vereyim: Mısır’da Mübarek’in gitmesine İsrail’le birlikte en fazla karşı çıkan onlardı. Hatta 25 Ocak Mısır Devrimi’nin ileriki aşamalarında Mübarek’in gitmesine onay verdiği için ABD’ye uzun süre bozuk çaldılar. Ardından kanlı Sisi darbesini pişirip milyon dolarlar harcayarak sahneye koydular. Nefretin merkezinde herkesin bildiği üzere Mısır Müslüman Kardeşleri vardı. Kanlı darbeye yaptıkları yatırım, İslamcıfobi’ninulaşacağı noktaları ve bunun için göze aldıklarını göstermesi açısından önemliydi. Körfez hala darbe yönetimini ayakta tutmak için milyon dolarlar harcamaya devam ediyor.
LİBYA-MISIR AYNI SÜREÇTEN GEÇİYOR
Libya’da yaşanan çatışmalar ve Mısır-Birleşik Arap Emirlikleri katılımlı hava saldırıları da yine Körfez’in İslamcıfobik gündeminin en çarpıcı örneklerinden. Hayatının önemli bir kısmını ABD’de geçirmiş olan Halife Hefter’in radikal Ensar’uş-Şeria’yı hedef aldığını açıkladığı ama ülkedeki Müslüman Kardeşler yapılanmasına doğrulttuğu ve ülke genelinde Körfez destekli güçleriyle giriştiği darbe girişimi, Mısır’dakinden farklı bir sürecin parçası değil. Hatta özellikle Birleşik Arap Emirlikleri aktif olarak Libya’daki hava saldırılarına katılırken Sisi yönetimi de Körfez’e darbeden kalma minnet borçlarını Libya’daki saldırılara katılarak ödüyor. BAE ve Suudi Arabistan’ın Sisi’ye olan yardımını Mısır’ın Libya’daki katılımına bağladığı bile konuşuluyor.
Bu iki örnek Körfez açısından nispeten anlaşılması kolay motivasyonlar ve yol haritaları içeriyor. Fakat, bir Yemen örneği var ki özelikle Suudi Arabistan’ın bir süredir attığı adımlar yakın zamanda başını ağrıtacak cinsten.
S.ARABİSTAN'I BEKLEYEN TEHLİKE
Yemen diğer iki ülkenin aksine Suud’un güvenliği açısından birincil öneme sahip. Yemen’de Ali Abdullah Salih’e karşı başlayan protestolardan Suudi Arabistan’ın hoşnut olmadığı bilinir. Nihayetinde görevi bırakmak zorunda kaldığında da Ali Abdullah Salih soluğu Riyad’da almıştı. Suudi Arabistan geleneksel olarak Ali Abdullah Salih üzerinden Yemen’e destek veriyor ve müdahalelerde bulunuyordu. Onun ayrılmasıyla Suud için yeni bir denklem oluştu: Bir tarafta Yemen’de geleneksel olarak ilişki yürüttüğü elitler, diğer tarafta ABD ile birlikte hedef aldığı Arap Yarımadası El-Kaidesi, bir diğer tarafta İslamcıfobisinin merkez aktörü Islah oluşumun önemli parçası Müslüman Kardeşler ve son olarak bölgesel rakibi İran’ın Arap Yarımadası’ndaki sosyolojik ve askeri olarak güçlü vekili Husiler (Zeydi). Normal şartlar altında bu dört aktörün üçü, Suud tarafından tehlike olarak kabul ediliyor. Bu denklemde Suud gibi hep İran’la rekabeti üzerinden değerlendirilen bir ülke Husileri diğer iki aktöre karşı destekleyerek Husiler’in Yemen’de son günlerde fazlaca konuşulan ilerleyişinekapı açtı. Diğer bir deyişle Suudi Arabistan’ın İslamcıfobisi, İran nefretinden ağır bastı. An itibariyle başkentSana’da belirleyici aktör olan Husiler, bir taraftan İran için Arap Yarımadası’nda Hizbullah-vari bir güce dönüşürken diğer taraftan ise Sünni çoğunluklu Yemen’de Şii Husiler’in kilit konuma gelmesi Irak’takine benzer bir şekilde El-Kaide’nin güçlenmesine de olanak sağlıyor. Yani Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşler fobisi, kendisini sadece Yemen’de kalmayacak ve Suud’un içine de rahatlıkla sirayet edebilecek bir İran ve El-Kaide nüfuzuyla baş başa bırakıyor. İran’ın Bağdat, Beyrut, Şam ve Sana’daki etkinliği, Suudi Arabistan’ın doğusundan içlere doğru kayabilir.
[Akşam, 26 Ocak 2015]